2015/10/14

Durarara!! Light Novel Bölüm 3 - Kendi Gözlerinden Başsız Sürücü (Kısım 1)

Ulusal Otoban No. 254 (Kawagoe Otobanı)

-Yetti artık.

Motosiklet otobandan aşağıya doğru yol alıyordu ve siyah motorun sahibi başsız sürücü, gözle görülür şekilde tedirgin görünüyordu.

Bu seferki iş kolay olmuştu. Bir serseriye merhamet göstermenin onun bir arabanın altında kalmasına sebep olacağını kim bilebilirdi ki? Önceden bilseydi belki de onu öldürürdü.

Başsız sürücü bugünkü "iş" performansını düşünürken motorunu yavaşlatmaya başladı.

Lambalar yerine el yardımıyla dar bir yola saptı ve ana yolun kenarında bir apartmanın önünde durdu. Başsız sürücü bir anlığına motosikletini öylece garaja bırakabileceğini düşünmüştü. Fakat şimdi üzerinden inip gitmek yerine motosikletin kolunu şefkatle okşuyordu.

Hemen ardından motosikletin motoru nazikçe gürüldedi ve kendi kendine garaja girdi.

Başsız sürücü biricik motosikletini park alanına girerken izledi ve ardından apartmandan içeriye girdi.

"Yo, yoruldun değil mi?"

Apartmanın en üst katına ayak bastığında, yirmilerinde gibi görünen beyaz laboratuvar önlüklü genç bir adam çıkmıştı koridora kendisini karşılamak için. Laboratuvar önlüğü giyiyordu ama evin içinde herhangi tıbbi bir gereç yoktu. Onca güzel mobilya, ev eşyası ve son teknoloji elektronik eşyaların arasında bu genç adam oldukça garip görünüyordu.

Bisikletçi kıyafeti giyen "gölge" de manzarayla oldukça alakasızdı aslında. Sinirle daireden içeriye girerken takip edildi.

"Tanrım, sinirli görünüyorsun. Olmaz ki böyle. Daha çok kalsiyuma ihtiyacın var."

Beyaz önlüklü adam bunu söyledikten sonra masaüstü bilgisayarına doğru ilerleyip bir sandalye çekti. Bilgisayarın karşısına oturdu ve o sırada birilerinin klavyeye basan parmaklarının sesini duydu.

Bu sesi duymasının hemen ardından bilgisayarının ekranında bir takım kelimeler belirdi. Muhtemelen konuşabilmek için bilgisayarları aynı ağ üzerinden birbirine bağlıyorlardı.

(Ne yani yumurta kabuğu falan mı yememi söylüyorsun?)

"Eh, işe yarar bence. Ben diyetisyen falan değilim bu yüzden ne yumurta kabuğunun ne kadar kalsiyum barındırdığını ne de vücudun o kabuktan ne kadarını aldığını biliyorum. Ama tam olarak bir beynin olmadığından kalsiyumun sana büyük faydası olacağını söyleyebilirim. Ayrıca, yemeği nerede yedin?"

Beyaz önlüklü adam yazmıyor, söyleyeceklerini başsız sürücünün odasına doğru bağırarak söylüyordu. O ise bunu garip bulmuyor yazmaya devam ediyordu.

(Kes sesini.)

Beyaz önlüklü adam, başsız sürücüyle işte böyle iletişim kuruyordu ve bu, iletişim kurabilmelerinin en kolay yoluydu.

"Tamam tamam sustum. Ama başka bir sorum daha var. Biz insanlar bilgisayar ekranına uzun süreli baktığımız zaman zamanla gözlerimiz bozulur ve düzgün göremez hale geliriz. Senin de öyle olur mu?"

(Kim bilir.)

"Şey, Celty... Senin gibi gözleri olmayan biri dünyayı nasıl görüyor? Bunu birçok kez sordum... o yüzden anlatsan olmaz mı?"

(Kendim bile anlayamadığım şeyi sana nasıl söyleyebilirim.)

Beyaz önlüklü adamın "Celty" diye seslendiği gölgenin bir başı yoktu. Bu da hislerinin olmaması anlamına geliyordu.

Ancak buna rağmen Celty'nin dünyası görülebilir, duyulabilir, hatta kokusu alınabilirdi. Ekrandaki kelimeleri rahatlıkla görebiliyor ve hatta renkleri ayırt edebiliyordu. Görüş alanı insanlarınkinden biraz daha geniş denilebilirdi. Bütün yönleri görebiliyor olsaydı önceki serseri tarafından yere serilmiş olmazdı belki de.

Aslında görüşü başının olması gereken yerden başlıyor ve vücudunda herhangi bir yere hareket edebiliyordu. Yalnızca kendisini göremiyordu elbette.

Celty bedeninin nasıl yapıldığı hakkında hiçbir fikri yoktu. İnsanların dünyayı nasıl gördüğünü bilmediğinden beyaz önlüklü adama görüşleri arasındaki farkı anlatmak istese de nereden başlayacağını bilemezdi.

Celty tek bir kelime dahi yazmadı, ancak yardım etmek adına Shinra kendi fikirlerini belirtti.

"Bu yalnızca benim hipotezim ama-- sanırım anahtar kelime vücudunda gezinip duran şu bilim kurgumsu "gölge". Hiçbir şekilde kanıtlanamadığı için tartışma konusu bile olamaz... ama bana kalırsa şu gölge parçacıkları ışığı yansıtmak yerine çevredeki maddelerin üzerinde zıplıyor. Yani sana çevren hakkında bilgi akışı sağlıyor. Ve bu bilgi yalnızca görüntüyü değil sesi ve kokuyu da aktarıyor. Bir nevi radar gibi. Mantıksal açıdan düşünüldüğünde uzaktaki cisimler hakkında gelen bilgiler fazla net olmuyor. Ya da belki de bedeninden akan gölge; ışığı, ses dalgalarını ve kokuyu yalnızca sezebiliyordur."

(Kafamı karıştırıp sinirlerimi bozuyorsun. Ayrıca umurumda değil. Görebildiğim ve duyabildiğim sürece iyiyim.)

Bu garip cevabı okuyunca beyaz önlüklü adam abartılı bir şekilde somurttu.

"Hep böyle yapıyorsun ama Celty. Yalnızca ikimizin gördüğü dünyaların ne kadar farklı olduğunu bilmek istiyorum. Durumların sorusu olmadığı gibi duyguların sorusu da değil bu. Ama bilmek istediğim insanların sahip olduğu değerler değil-"

Genç adam duraksadı ve cümlesine ona hitap etmek istercesine vurgu ekledi.

"-Şu an burada var olan doğaüstü varlığın sahip olduğu değerler- Başsız Sürücü'nün gördüğü dünya-"

Celty Sturluson bir insan değildi.

"Başsız Sürücü" adıyla bilinen bir Dullahan'dı, ölmek üzere olanları ziyarete gelen ve eli kulağında ölümlerinin haberini veren bir çeşit ölüm perisiydi.

Başsız sürücü kopmuş kafasını kolunun altına alır ve Coiste Bodhar'ını, başsız bir at tarafından çekilen faytonunu, sürüp ölecek insanların evini ziyarete giderdi. Ve farkında olmadan kapıyı açan olursa suratlarına bir kova kan fırlatarak karşılardı. Banshee ile birlikte başsız sürücü de Avrupa Mitolojisinde ölümün habercileri olarak bilinirlerdi.

Başsız sürücünün efsanesi Japonya'da hiçbir zaman yer bulmamıştı fakat son zamanlarda onun hakkında yapılan tüm fantastik romanlar ve video oyunları ününün artmasına sebep oldu. Başsız sürücü ölümün ve kötü şansın en saf sembolüydü ve genelde kötü resmediliyordu.

Özellikle de korku ve video oyunlarına düşkün gençler arasında "dehşet verici hayalet sürücü" bomba gibi bir şeydi.

Fakat Celty'nin, efsanesinin doğduğu yeri bırakıp buraya -İrlanda'dan Japonya'ya- geliş nedeninin bunlarla hiçbir alakası yoktu.

Nasıl doğduğuna, nasıl öldüğüne, neden insanlara kovayla kan fırlattığına ve neden insanların ölümlerinin habercisi olduğuna dair Celty'nin hiçbir fikri yoktu.

Bu nedenden dolayı sorularının cevabını bulmak adına bunca yolu tepip bu uzak adaya gelmişti.

Yirmi yıl önce, Celty bir dağda uyanmış ve anılarının çoğunun kaybolduğunu fark etmişti. Nereye gittiği ve şu zamana kadar neler yaptığına dair hafızasında hiçbir şey yoktu. Yalnızca bir Dullahan olduğunu, isminin Celty Sturluson olduğunu ve güçlerini nasıl kullanacağını biliyordu. Sonra başsız bir atın vücuduna sürtündüğünü fark etti. Atın sırtını okşarken aniden fark etmişti ki başı ortadan kaybolmuştu.

Ama Celty'i en çok şaşırtan şey  "Yani bunca zamandır düşünmek için beynimi kullanmıyormuşum?!" gerçeği olmuştu. Ardından üzerinde bulanık bir varlık olduğunu hissedip "başı"yla daha da iyi olacağını fark etmişti.

Üzerinde düşündükçe Celty belirgin bir sonuca varmıştı. Anıları hem bedeninde hem de başında depolanabiliyordu. Kaybolan anıları da başında depolanmış olmalıydı.

Sonra Celty bir karar verdi. Varlığının sebebini öğrenebilmek için başını bulmak zorundaydı ve bu karar onun şimdiki yaşantısının tek sebebiydi. Bunun sebebi başının kendisini terk etmesini istemesi değilse tabii. Ama yine de başını bulursa bir şeylerden emin olabilirdi.

Üzerindeki varlığın da etkisiyle Celty amaçsızca başını aramış ve başının bir gemiyle okyanusu geçtiğini öğrenmişti. Geminin rotasını çabucak öğrenmiş ve aynı yönde giden bir gemiye gizlice atlamıştı. Peki ya atı ve faytonu ne olacaktı?

Başsız sürücünün ruh eşi büyüyle bir atın cesedine ve faytonuna hapsedilmişti fakat çağrıldığı zaman içinden çıkabilirdi. Ama onu çağırdığında nereye gidecekti? Ne yazık ki bu bilgi "baş"ında saklıydı. Onu nasıl çağıracağını biliyordu fakat sonrasında onunla nereye gideceğini ve ne yapacağını bilmiyordu. Bu yüzden denemeye cüret edemedi. Kafasında düşüncelerle dolaşırken yakınlarda bir hurda yığınına rastladı.

Ve orada Celty, mükemmel olanı buldu. Bir at ve bir faytonun birleşimi gibiydi. Farları olmayan bir motosikletti bu.

Daha sonra Japonya'ya geldi. Ama bu yirmi sene boyunca tek bir yol bile bulmakta başarısız oldu.

Varlığı hala hissedebiliyordu ama daha çok baygın bir aroma gibiydi bu. Yalnızca bu hisle bile başının tam olarak nerede olabileceğini kestirebilmiş fakat hala nerede olduğunu bulamamıştı.

-- Ama Tokyo'da bir yerlerde olduğundan emindi. --

Celty'nin yapabildiği yalnızca dişini sıkıp (yani içten içe) başını aramaya devam etmekti.

İki üç yılını da alsa, on yılını da alsa Celty tereddüt etmeyecekti. Sahip olduğu sınırlı anıları neredeyse yüz yıl öncesine aitti ve başının depoladığı anıların daha öncesine dair anılar sakladığından emindi.

Bunu göz önünde bulundurarak hala fazlaca zamanının olduğunu düşünüyordu. Ama olur da başının nerede olduğuyla ilgili bir ipucu bulamazsa, boş verip aramaktan kesinlikle vazgeçmeyecekti.

Bu yüzden Celty bugün motosikletini sürüp Tokyo'nun karanlığına karışmıştı.

Ve aynı zamanda da işini yapmıştı. Kuryelik.

"Ee? Bugünkü işini müessir bir biçimde tamamlayabildin mi?"

Alışılmamış kelimeler kullanarak normal bir şeymiş gibi sordu beyaz önlüklü Kishitani Shinra.

Shinra, Celty'nin gerçek kimliğini bilen ve gidecek hiçbir yeri yokken ona kalacak yer veren kişilerden biriydi. Kaldığı yerin kirasını ödeyebilmek için ona iş sağlayan da oydu.

Celty'nin Japonya'ya yaptığı o dikkatli yolculuk sırasında Shinra ve bir doktor olan babası da aynı gemide ilerliyorlardı. Yolculuk sırasında Celty'i keşfetmişler ve sonrasında Shinra'nın babası ona bir kalem ve kağıtla öneride bulunmuştu.

"Seni yalnızca bir kereliğine incelememe izin ver. Onaylarsan sana kalacak yer bulacağım."

0 comments:

Yorum Gönder