2015/07/20

Yume Nikki Bölüm 4 : Düz Bir Yol

Aynı şekilde yürümeye devam ediyorsun.
Yağmurun altındayken bir kış günü, ailesi tarafından okuldan alınmış bir çocuk gibisin, ikisinin de elinden tutmuş, kaldırımda neşeyle sekiyorsun.

Belki de yağmur senin için çirkin bir şey değildir.

Fakat yanında yürüyen ailen değil, hiç kimse. Tamamen yalnız başına bu boş karanlıkta yürümeye devam ediyorsun, devamlı yağan yağmuru bir kenara itmek istercesine.

Yağmurla beslenerek büyüyen birikintilerde tartışan çift neredeyse dağılmış. Fakat şekillerini kaybedip çamurla karışmış olsalar bile kavga edip birbirlerinden nefret etmeye devam ediyorlar. Önemli değil gerçi, şemsiyene çarpan damlaların çıkardığı sesler seni koruyor. Çiftin kavgasını daha en başında duymamıştın zaten. Düşen yağmurun sesi dışında etraf aşırı sessiz.

Bir merdivene denk gelene dek yavaşça yürümeye devam ediyorsun.
Merdivenin aşırı dar ve uzun başı garip bir şekilde yerden yükselmiş. Oradan merdiven aşağıya doğru iniyor ve bilmediğin bir yere bağlanıyor. Amaçsız gezintinden sıkılıp, muhtemelen bir şeyler bulma umuduyla doğruca aşağıya iniyorsun.

Şemsiyeyi kapatmış olsan dahi yağmurun arkanda çiselmeye devam ettiğini duyabiliyorsun. Görünmeyen bir güç tarafından çekiliyormuşçasına merdivenlerden aşağıya inmeye devam ediyorsun.

Islak örgülerindeki suyu sıkıp, ıslanıp kayganlaşmış merdivenlerdeki inişine devam ediyorsun. Karanlık ve hiçbir şey göremiyorsun. Merdivenlerin sonunda seni neyin beklediğini bilmiyorsun.

Aşağıya iniyorsun, iniyorsun, ve iniyorsun. Uzaklarda küçük bir ışık görür gibi oluyorsun. Ona doğru gittikçe ışık büyüyor, büyüyor, sen çıkışa ulaşana dek.

Seni bir orman karşılıyor, öyle sık ki ağaçlardan oluşmuş bir denizi anımsatıyor
Merdivenlerden aşağıya inerek gelmiş olsan da apaçık dışarıdasın. Çok anlamsız fakat olayın garipliğinden etkilenmişe benzemiyorsun. Merakla etrafına göz atıyorsun.

Sonsuz yeşil, ardında yatan şeyi saklamak istercesine etrafını sarmış. Ağaçlar görüşünü engelliyor. Cansız görünüyorlar. Örülmüş ağaçların arasında açık bir yol yokmuş gibi görünüyor, fakat aniden acayip derecede göze batan bir şey görüp elindeki şemsiyeyi düşürüyorsun.

Önünde bir içecek otomatı duruyor.

Işığa çekilen bir böcek gibi ona yaklaşıyorsun. Yeni gibi görünüyor ve onun dışında oldukça dünyevi bir içecek otomatı bu. İçine çay, kahve ve meyve suları sıralanmış fakat onun dışında göze çarpan herhangi bir şey yok. Yüzünü cama yapıştırıp şeker dükkanındaki bir çocuk gibi daha iyi görmeye çalışıyorsun.

Birkaç bozukluk için ceplerini arıyorsun fakat kıyafetinin ipliklerinden başka bir şey bulamayınca umutsuz bir iç geçirişle kafanı sallıyorsun.

Bunun, bir oyunun kahramanının susuzluğunu gidermek ve kendini yenilemek için aldığı bir iksirle eşdeğer olabileceğini düşünüyorsun. Fakat seni böyle bir seçeneğin olmadığından ancak elini kurumuş boğazına götürüp yutkunarak gırtlağını ıslatabileceğini umuyorsun.

Üzücü de olsa pes etmekten başka şansın olmadığı için makineden uzaklaşıyorsun. Ayağının altındaki zemin sert ve dengesiz. Ama nasılsa sen yürüdüğün takdirde sorun çıkarmıyor.

Ağaçların arasındaki her bir köşeyi ve çatlağı araştırdıktan sonra küçük bedeninin geçebileceği büyüklükte bir yer görüyorsun. Diğer tarafa geçebilmeyi başardığında önünde bir yol beliriyor.

Düz görünmeyen asfalt bir yol. Çatlaklar ve aralarından fırlayan otlar var. Tek bir arabanın geçmediği bu yol, dev bir canavarın çürümekte olan cesedini andırıyor.

Asfalt yola adım atıp etrafı inceliyorsun.

İki yanı ağaçlarla çevrili, sonsuz gibi görünen düz bir yol. Nereye gittiğini yahut nereden başladığını söyleyebilmenin imkanı yok. Ama yoldan aşağıya doğru gitmenin olması gereken olduğunu düşündüğünden öyle yapıyorsun.

Attığın adımlar asfalt yolda yankı yapıyor.

Yol uzun ve sonu görünmüyor, tıpkı üzerinden araba geçmeyen bir otoban gibi.
Üzerinde yürümek hiç kolay değil.

Yürüyorsun da yürüyorsun. Asfalt yol hiç değişmeden sonsuz bir şekilde ayağının altında uzanıyor. Ve yürümekten yoruluyorsun. Bu şekilde hiçbir yere varamayacağını fark ediyorsun. Bu otoban kapalı bir boşluk.

Ve sonra fark ediyorsun--

Göz ucuyla yolun kenarında garip bir şey görüyorsun.
Orada süzülürcesine durup hiç dikkat çekmiyor ve etrafa kolayca uyum sağlıyor. İlk bakışta onu görmemene şaşmamalı. Ayrıca, o şey ne kadar süredir orada dikiliyordu acaba?

Yolun kenarlarındaki beyaz çizgiler bakıldığında hipnotize edecekmiş gibi duruyorlar. Bunun, sürücülerin yoldayken uyumasına neden olduğunu söylenir.Ve aynı şekilde gözlerini yere odaklayarak uzun süre yürüdüğünden sen de bilinçliliğini kaybetmişsin.

Fakat şimdi o şeyi fark ettiğinden artık görmezden gelemiyorsun.
Bir şeyler içini tedirginlikle dolduruyor. Neresinden bakarsan bak, o şeyi ne olduğuna anlam veremiyorsun. Kafa karıştırıcı bir yaratık bu. İlk başta insa gibi göründüğünü düşündün ama bu izlenimin yalnızca bir anlık sürdü. Neredeyse senin kadar uzun ve vücudunu yağmurlukla sarmış gibi duruyor. İhtimal her ne kadar düşük olsa da, birileriyle tanışma umuduyla ne olduğunu çıkartmaya yetecek kadar yakınına yaklaşıyorsun.

Bu bir insan değil. Her ne ise bir deniz anasına benziyor.
İnsan boyutunda bir deniz anası.

Plastik poşet misali yarı şeffaf derisinin ardından neredeyse insan boyutuna yakın bedeninin içinde, organlarının içinden akan kanı açıkça görebiliyorsun. Bu seni neredeyse hasta ediyor. Kalın bağırsak, ince bağırsak ve diğer tüm organlar kanın içinde süzülerek önünde sallanıyorlar. Ve o şey, yapabiliyor olsa dahi senin varlığından bihaber öylece dikiliyor.

Korkarak ve mide bulantısıyla oradan uzaklaşıyor ve dönüp geldiğin yerden geri koşmaya başlıyorsun.

Yol, önünde sonsuzmuş gibi uzanıyor. Uzaklarda bir yerlerde bir cenaze merasimi içinmiş gibi bir sil çalıyor. Sanki sonunun yol kenarında duran o ceset gibi olacağını işaret ediyormuşçasına.
Yalnızca bir kez çalıyor. Acıyarak.

Ve yine koşuyorsun, ellerinle kulaklarını kapatarak.

0 comments:

Yorum Gönder