Aniden etrafındaki her şey değişiyor.
Daha da derin bir rüyaya dalıyorsun.
Bir bulutun üzerinde yürüyorsun. Tıpkı peri masallarındaki gibi. Gökyüzünden geçen, en derin karanlıkla çevrilmiş, buluttan bir yol. Aynı zamanda bu sende cennete yükselme hayalini harekete geçiriyor, tıpkı hareketlilik halinin dans etmeyi çağrıştırması gibi. Ama cennete yükselmeyi düşünürken cehennemin hayali de geliyor aklına. Eğleniyora benziyorsun ama bir nedenden dolayı, bir rahatsızlık hissi etrafında dolaşıyor ve ayağının altındaki buluta yakından baktığında bulutun, asıl benliğini göstermek istiyormuşçasına katılaşıp karardığını görüyorsun. Niyetin bu değildi ama epey yükselmiş görünüyorsun... Yeterince dikkatli olmayan biri için bu mutluluğun kendisi gibi görünebilir. Zorlanmış bir gülümseme gibi. Yaramaz bir rahatlık etrafını sarmış gibi.
Yukarıda başka bir devasa yaratık var. Şehvet ve zevkten deliye dönmüş bir adama benzeyen, mide bulandırıcı bir şey. Sana oyuncak kutusundan küçük bebeğine, onunla oynamak ve onu parçalara ayırmak için bakan bir çocuğun gözleriyle bakıyor adeta. İstediğini yapmaya hazır bir şekilde elini sana doğru uzatıyor. Ve sen de ondan kaçmak istiyormuşçasına koşmaya başlıyorsun. Görüş alanın aniden açılıyor. Bu derin karanlığın sonunda duraksıyorsun.
Büyük bir hayvan var orada. Tek bakışta korkutucu bir canavar gibi. Güçlü bir yaradılış, şiddet yanlısı doğasını ortaya çıkaran zorlayıcı bakışlar, kan lekeleriyle süslü bir beden, sivri dişler ve pençeler... ve nefretini saklayamayarak bu yaratık, dişlerini öfkeyle gıcırdatıyor. Şehvetinin üstesinden gelememiş ve dünyadan nefret etmeye başlamış bir adamınki gibi bir hayal kırıklığı ve öfke demeti. İşte o sembolik canavar sana her an saldırmaya hazırmış gibi bakıyor ve hırlıyor. Etçil, sivri dişlerini birbirine sürtüp gıcırdatıyor. Sonsuz, sinir bozucu bir ses.
Bundan hoşlanmıyor ve bir adım geriye gidip kulaklarını kapatıyorsun. Ve aynı zamanda fark ediyorsun: Dişlerini gıcırdatan tek kişi...aslında sensin. Tedirgin, öfkeli, içindeki stresi dışarı atmaya çalışan...o hayvan sensin. Üstesinden gelemediğin o parçan, bir bomba gibi patlıyor ve içindeki kinin sesi ortaya çıkıyor.
O canavar... hayır, tüm o belirsiz ve rahatsız edici yerler senin rüyanın bir parçası. Her uğursuz şey senin zihninin yarattığı bir şey. Çirkin şeyler, mide bulandırıcı şeyler, hepsi içinde kıvranıyor ve sen üzerlerine doğru yürüyorsun. Bunun tamamen farkındalığında olarak titremeye başlıyorsun. Kafan allak bullak oluyor ve bu kabusu daha fazla görmek istemiyormuşsun gibi kafanı sağa sola sallıyorsun... Dişlerini gıcırdatmaya devam ederek aşağıya bakıyorsun.
Parmak uçlarınla, bir şeyden emin olmak istermişçesine yanağına dokunuyorsun. Ve kendini çimdikliyorsun. Bu bir rüyaysa eğer, uyanmak için yalvarıyorsun.
............
Ve sonra yatağında uyanıyorsun. Kafanı örten çarşafı bir kenara fırlatıp suyun altından yeni çıkan biri gibi derin bir nefes alıyorsun. Yüzün ve göğsün terden sırılsıklam olmuş. Dişlerini gıcırdatmayı kestiğinden emin olmak adına yanağına dokunuyorsun. Kısa bir süreliğine ağır ağır soluklanıyorsun.
Ne kadar bariz olsa da bu bir rüyaydı nasılsa. Birkaç defa kendi kendine kafanı sallıyorsun.
Yataktan kalkmadan elini masanın üzerine doğru uzatıyor ve tembelce günlüğünü kapıyorsun. Üzerinde kalem izleri bırakıyor ve onları harflere dönüştürüyorsun. Aceleyle fakat özenle.
Rüyalar bilinçsizliğimizin bize gösterdikleridir. Uyandığında bilinçsizliğin kendi benliğinin derinliklerine çekilir ve ona ulaşamazsın. Bu yüzden rüyaları çok çabuk unutursun. Tıpkı ellerinle yakalamaya çalıştığın su gibidir. Bunun olmasını önlemek için harf harf hepsini beceriksizce yazmaya çalışıyorsun. Şemsiyeyi, trafik lambasını ve diğerleriyle alakalı her şeyi yazıyorsun. Tüm enerjini kullandığından bir kez daha uyuşukluğa yenik düşüp başını yastığa koyuyorsun.
Günlük elinden kayıp gidiyor. Yine rüya görmeye başlıyorsun.
Daha da derin bir rüyaya dalıyorsun.
Bir bulutun üzerinde yürüyorsun. Tıpkı peri masallarındaki gibi. Gökyüzünden geçen, en derin karanlıkla çevrilmiş, buluttan bir yol. Aynı zamanda bu sende cennete yükselme hayalini harekete geçiriyor, tıpkı hareketlilik halinin dans etmeyi çağrıştırması gibi. Ama cennete yükselmeyi düşünürken cehennemin hayali de geliyor aklına. Eğleniyora benziyorsun ama bir nedenden dolayı, bir rahatsızlık hissi etrafında dolaşıyor ve ayağının altındaki buluta yakından baktığında bulutun, asıl benliğini göstermek istiyormuşçasına katılaşıp karardığını görüyorsun. Niyetin bu değildi ama epey yükselmiş görünüyorsun... Yeterince dikkatli olmayan biri için bu mutluluğun kendisi gibi görünebilir. Zorlanmış bir gülümseme gibi. Yaramaz bir rahatlık etrafını sarmış gibi.
Yukarıda başka bir devasa yaratık var. Şehvet ve zevkten deliye dönmüş bir adama benzeyen, mide bulandırıcı bir şey. Sana oyuncak kutusundan küçük bebeğine, onunla oynamak ve onu parçalara ayırmak için bakan bir çocuğun gözleriyle bakıyor adeta. İstediğini yapmaya hazır bir şekilde elini sana doğru uzatıyor. Ve sen de ondan kaçmak istiyormuşçasına koşmaya başlıyorsun. Görüş alanın aniden açılıyor. Bu derin karanlığın sonunda duraksıyorsun.
Büyük bir hayvan var orada. Tek bakışta korkutucu bir canavar gibi. Güçlü bir yaradılış, şiddet yanlısı doğasını ortaya çıkaran zorlayıcı bakışlar, kan lekeleriyle süslü bir beden, sivri dişler ve pençeler... ve nefretini saklayamayarak bu yaratık, dişlerini öfkeyle gıcırdatıyor. Şehvetinin üstesinden gelememiş ve dünyadan nefret etmeye başlamış bir adamınki gibi bir hayal kırıklığı ve öfke demeti. İşte o sembolik canavar sana her an saldırmaya hazırmış gibi bakıyor ve hırlıyor. Etçil, sivri dişlerini birbirine sürtüp gıcırdatıyor. Sonsuz, sinir bozucu bir ses.
Bundan hoşlanmıyor ve bir adım geriye gidip kulaklarını kapatıyorsun. Ve aynı zamanda fark ediyorsun: Dişlerini gıcırdatan tek kişi...aslında sensin. Tedirgin, öfkeli, içindeki stresi dışarı atmaya çalışan...o hayvan sensin. Üstesinden gelemediğin o parçan, bir bomba gibi patlıyor ve içindeki kinin sesi ortaya çıkıyor.
O canavar... hayır, tüm o belirsiz ve rahatsız edici yerler senin rüyanın bir parçası. Her uğursuz şey senin zihninin yarattığı bir şey. Çirkin şeyler, mide bulandırıcı şeyler, hepsi içinde kıvranıyor ve sen üzerlerine doğru yürüyorsun. Bunun tamamen farkındalığında olarak titremeye başlıyorsun. Kafan allak bullak oluyor ve bu kabusu daha fazla görmek istemiyormuşsun gibi kafanı sağa sola sallıyorsun... Dişlerini gıcırdatmaya devam ederek aşağıya bakıyorsun.
Parmak uçlarınla, bir şeyden emin olmak istermişçesine yanağına dokunuyorsun. Ve kendini çimdikliyorsun. Bu bir rüyaysa eğer, uyanmak için yalvarıyorsun.
............
Ve sonra yatağında uyanıyorsun. Kafanı örten çarşafı bir kenara fırlatıp suyun altından yeni çıkan biri gibi derin bir nefes alıyorsun. Yüzün ve göğsün terden sırılsıklam olmuş. Dişlerini gıcırdatmayı kestiğinden emin olmak adına yanağına dokunuyorsun. Kısa bir süreliğine ağır ağır soluklanıyorsun.
Ne kadar bariz olsa da bu bir rüyaydı nasılsa. Birkaç defa kendi kendine kafanı sallıyorsun.
Yataktan kalkmadan elini masanın üzerine doğru uzatıyor ve tembelce günlüğünü kapıyorsun. Üzerinde kalem izleri bırakıyor ve onları harflere dönüştürüyorsun. Aceleyle fakat özenle.
Rüyalar bilinçsizliğimizin bize gösterdikleridir. Uyandığında bilinçsizliğin kendi benliğinin derinliklerine çekilir ve ona ulaşamazsın. Bu yüzden rüyaları çok çabuk unutursun. Tıpkı ellerinle yakalamaya çalıştığın su gibidir. Bunun olmasını önlemek için harf harf hepsini beceriksizce yazmaya çalışıyorsun. Şemsiyeyi, trafik lambasını ve diğerleriyle alakalı her şeyi yazıyorsun. Tüm enerjini kullandığından bir kez daha uyuşukluğa yenik düşüp başını yastığa koyuyorsun.
Günlük elinden kayıp gidiyor. Yine rüya görmeye başlıyorsun.