2015/09/29

Güncelleme #11 : Sonunda...

Merhaba millet~ Yine geç kaldım sanırım. Mümkün olduğunca sarkıtmamaya çalışıyorum ama gerçekten çok yoruluyorum. Aslında işlerimi birkaç gün öncesine bitirmiştim ama paylaşmaya ancak vakit bulabiliyorum.

...mmh.


Evvet! Bu haftanın zımbırtılarını hemen aşağıda görebilirsiniz:





Şey, Durarara!! hakkında... Size tavsiyem bölümlerin kısımları tamamen çevrildikten sonra bölümü okumanızdır. Birbiriyle bağlantılı olduğu için arada kopukluk yaşayabilir ve okurken "...n'oluyodu en son ya." diyebilirsiniz. Aslında amacım kısım kısım ayırmak yerine bir haftada bir bölüm çevirmekti. Fakat-zaman-bulamıyorum. Bu yüzden üzgünüm. Önümüzdeki tatilde buna hız kazandırmaya gayret göstereceğim.

Onun dışında bir duyurum olacak. Gintama izleyenleriniz var mıdır yahut takip ediyor mudur buraları bilmem ama listemde beklettiğim Gintama Haru Matsuri Event'ını çevirmeye başlayacağım. Haftaya değil fakat bundan sonraki haftalardan birinde yetiştirebilirsem çevireceğim. Uzun zamandır aklımdaydı ve her izleyişimde kahkahalar atarak, iç geçirerek izlediğim bir eventtı. Bu yüzden fazla mesafe koymadan bunu çevireceğim.

Haftaya görüşmek üzere~

Durarara!! Light Novel Bölüm 2 : Yabancının Gözlerinden Başsız Sürücü (Kısım 2)

Bölüm 2 : Yabancının Gözlerinden Başsız Sürücü Kısım 2

İkisi dar bir yer altı geçidine girdiler ve asansöre doğru ilerlediler.

Mikado etrafına bakındı ve duvarın birinde üst üste asılmış dolusuyla poster gördü. Posterler takılardan filmlere bir çok eşyanın reklamını yapıyordu. Birkaç manganın bayan karakterlerinin posterleri bile vardı.

Asansörle yukarıya çıktıklarında etraf yine aynı yoğunluktaydı, yalnızca etraflarındaki manzara değişmişti.

Mekan bir önceki gibi kalabalıktı, yağmurluk giymiş birkaç kişi paketlerinin içinde minik kataloglar olan kuru mendiller dağıtıyorlardı. Bazıları yalnızca bayanlara veriliyordu ve bazıları ise kim gelirse ona. Erkekler için olanlarınsa değişik bir özelliği vardı (Mikado gibileri bunlardan alamazdı).

Çeşit çeşit insan vardı sokakta: çalışan kesim, part-time çalışan gençler, liseli kızlar ve turistler. Renk renk, çeşit çeşit insan bir araya toplanmıştı.

Öyle olsa bile insanlar tamamen birbirine karışmıyordu, aynı türden insanlar bir grup halinde hareket ediyordu sanki her grubun kendi bölgesi varmış gibi. Bazen bazı gruptakiler birilerini çağırmak için diğer grubun bölgesini ziyarete gidiyordu. Bu denli derin olmasına karşın insanlar yine de her zamanki gibi hayatlarına devam ediyordu.

Kida böyle şeylere alışıktı fakat bunlar Mikado için tamamıyla yeni bir tecrübeydi. Memleketindeki en büyük market alanında bile bu kadar insanı bir arada görmemişti. Yalnızca mangalarda ve internette gördüğü o dünya, şimdi tüm gerçekliğiyle gözlerinin önüne serilmişti.

Mikado bunun ne kadar gerçek dışı hissettirdiğini Kida'ya söylediğinde Kida güldü ve "Öyle mi? O zaman bir dahakine seni Shinjuku'ya ya da Shibuya'ya götüreyim. Harajuku da fena değil. Orada kesinlikle kültür şoku yaşayacaksın! Ya Akihabara? Oh, ama gerçek kalabalık görmek istiyorsan seni at yarışlarına götürürüm." dedi.

"Ben öyle yerlere gitmek istemiyorum."

Mikado Kida'nın önerisini reddetmek üzereydi ki ikili garip bir şekilde geniş bir yola ulaştılar. Arabalar çift taraflı yolun kenarlarına sonsuzmuşçasına dizilmişlerdi ve yolun tepesinden geçen büyük bir otoban vardı.

"Yukarıdaki yol başkentin otobanı. Ah sahi az önce geldiğimiz yol da 60-Storey Street oluyor. Sunshine Street var bir de ama Cinema Sunshine, 60-Storey Street'de. Sakın ola karıştırma. Hazır geçiyorken sana göstereyim..."

"Önemli değil, başka zaman da gidebiliriz."

Böyle söylemiş olsa da bu süre içerisinde geçen insanların en önemli noktayı -yani şehir manzarasını- görmezden geldiğini fark etmişti. Böyle devam ederse istasyondan Sunshine City'e kendi başına gitmek onun için büyük bir yarış olacaktı.

İki genç adam trafik lambasının yeşile dönmesini beklerlerken Masaomi geldikleri yola dönüp baktı ve kendi kendine mırıldandı: "Tanrıya şükür Shizuo'ya yahut Simon'a rastlamadık...  Yumasaki-san ve Karisawa-san da muhtemelen oyun merkezindelerdir."

"Onlar da kim?"

Masaomi'nin kendi kendine konuştuğu apaçık ortadaydı fakat Mikado isimleri duyar duymaz sormadan edememişti.

 "Ah! Hiç! Yumasaki-san ve Karisawa-san benim arkadaşlarım. Simon ve Shizuo da... ah... şey, sana şu bahsettiğim asla bulaşmaman gereken insanlardan. Genelde insanlar Heiwajima Shizuo'ya rastlamazlar ama olur da ona rastlarsan yapacağın tek şey oradan sıvışmak olsun."

Masaomi'nin söylediklerinden, "Shizuo"dan pek hoşlanmadığı düşüncesini çıkarmıştı Mikado. Masaomi'nin daha fazla anlatmaya niyeti olmadığını görünce daha fazla kurcalamamıştı fakat sormak istediği ve hatta soracağı bir şey daha vardı.

"Şu bulaşmamam gereken insanlar... hepsi kulağa sanki mangadan fırlamış gibi geliyor. Başka kimler var peki?"

Masum yüzlü genç adam bu soruyu sorduktan sonra Masaomi gökyüzüne baktı ve derin düşüncelerinin arasından sıyrılıp sonunda bağırdı: "Belki de ilk sırada ben varımdır!!" 

"...Üçün kare kökü."

"Kare kökü mü?! Ne demek kare kökü?! Kolay anlaşılabilecek cevaplar ver bari eksi yirmi gibi mesela! Bekle... Kare köklerini anlayamayan ilk okul öğrencileri bile benim şakalarımı anlayamaz falan mı demeye çalışıyorsun yoksa? Ne cürret! Konuşmamı daha yeni bitirmiştim ki gelmişsin bana çatıyorsun! Ne zamandan beri aramızdaki muhabbet bu kadar çürüdü? Yoksa serbest eğitimden dolayı mı bu? Bu yüzden böyle oldun değil mi?!"

"Yani eğitim sistemi gibi bir şeyin de çatlakları olabiliyormuş."

Tıpkı eski günlerdeki gibi Mikado, Masaomi'nin ezik şakalarına eşlik etti. Çok fazla saçmaladığını fark ettiğinden kendini toparladı ve Mikado'nun sorusuna doğru düzgün bir cevap vermeye hazırlandı.

"Hm... aslında burada çokça tehlikeli insan var. Bu holiganlar hakkında söylenecek pek bir şey yok ama karşılaşacağın en tehlikelileri bu bahsettiğim ikisi olacaktır. Oh bir de Orihara Izaya var tabii. O herif cidden çok tehlikeli. Bu yüzden ona da pek bulaşmamaya çalış. Zaten o da genelde Shinjuku'da falan takılıyor. O yüzden onunla karşılaşacağını sanmam."

"Orihara Izaya... ne garip bir isim."

"Konuşana bak." Masaomi kıkırdadı. Mikado da aksini iddia etmiyordu zaten.

Ryuugamine gibi bir soyadı ve Mikado gibi bir ismi olduğundan oldukça şaşalı görünüyordu. Ailesinin köklerinin asil olduğu söylense de annesi ve babası sıradan çalışan kesimdendi. Ne kadar miras bıraktıkları belli değildi ama öyle bir şey o olsaydı muhtemelen annesi ve babası Mikado'nun özel okulda okuma kararına bu kadar üzülmemiş olurlardı.

Belki de ailesi bu ismi ona ileride harika işler başaracağına inandıkları için koymuşlardı ama bu sadece ilk okulda bitmek bilmeyen bir utanca sebebiyet vermişti. Sınıf arkadaşları durmadan ismiyle dalga geçmişlerdi. Fakat sonradan hepsi alışmış ve kimse onunla alay edip onu dışlamamıştı.

Ama şu anki durum oldukça farklıydı. Memleketindeki orta okulda yalnızca tek bir sınıf vardı ve herkes birbirini iyi tanırdı. Şimdi ise bilmediği bu şehirde tamamen yabancı insanlarla tanışacaktı. İnsanlara isminin hakkını verebilen biri olduğunu nasıl kanıtlayacaktı?

-- Ah, bu imkansız...

Masaomi Mikado'nun kendisi hakkında duyduğu şüpheyi hissetmiş olmalıydı ki ona güvenini kazandırmaya çalıştı.

"Dediğim gibi... Fazla takılmana gerek yok. Belki biraz şaşalı ama güzel bir isim. Mikado yalnızca daha iyisini yapmalı ve kimseye ismini hak etmeyen biri olduğunu düşünmesine izin vermemeli. Sonrasında kimse bir şey söyleyemez zaten."

"...Ah, teşekkürler."

Daha sözünü bitirmemişti ki trafik lambası yeşile döndü. 

"Sahi, uzak durman gereken bir grup daha var... Dollars denen bir grup. Ne kadar az bulaşırsan o kadar iyi."

"...Dollars mı?"

"Evet, Wanderers'daki "Derers" gibi."

"Ne demek bu şimdi? Ne çeşit insanlar bunlar?"

Mikado şimdiye kadarki bütün konularda sessiz kalmıştı fakat bu sefer detayları istiyordu.

"Şey ah~ Çok emin değilim ama bir çok insanın onların normal olmadığı hakkında konuştuğunu duymuştum. Dedikodular onların da bir renk çetesi olduğunu söylüyor fakat hangi renk olduklarını kimse bilmiyor. Dediğim gibi, renk çetelerinin bir araya gelmesi zordur artık. Başlarında duran biri olmadığı için zamanla dağılmış da olabilirler."

"Ah..."

Mikado istediğini elde etmişti. Fakat bir nedenden dolayı aralarındaki hava giderek garipleşiyordu.

Sessizce yoldan karşıya geçtiler ve karşı caddedeki büyük binaya doğru yürüdüler. Büyük bina oldukça havalı görünüyordu ve içinde birkaç kaliteli spor araba sergileniyor, bu da binanın görünüşünü hoş bir biçimde tamamlıyordu.

Mikado binayı ve arabaları bir süre süzdü-- ardından garip bir ses duydu.

Sesi ilk duyuşunda kedi ciyaklaması yahut bir çeşit canavar zannetmişti. Ama daha dikkatli dinlendiğinde bu sesin şeritlerin oradaki geniş yoldan geldiği söylenebilirdi. Ses ikinci defa etrafta yankılandığında Mikado bu sesin bir araçtan geldiği kanısına vardı. Her ne kadar bir hayvanın çığlığını andırıyor olsa da yoldan geliyordu. Bu yüzden ya bir arabadan ya da bir kamyondan geliyor olmalıydı.

2015/09/22

Güncelleme #10 : Geç kaldım!! / Gundam Seed Anime Duyurusu

Oops! Biraz geç kaldım sanırım. Neredeyse gün bitiyor ve ben anca güncel veriyorum. Ama hala günü geçmiş sayılmam değil mi? *sinsi sırıtış*

Her neyse son zamanlarda biraz meşgulüm diyebilirim. Ama yine de çeviri yapabilecek vakti bir yerlerden bulabildim. Ders araları, akşam yemeğinden sonra karın tokluğunun verdiği huzurlu saatler...falan.


**Ah bu arada... buralarda hiç Gundam serisiyle uzaktan yakından alakası olan arkadaşlar var mı? Son zamanlarda bir Gundam'dır aldı gidiyor beni. Ve serilerin Türkçeye yarım yamalak çevrildiğini gördüm. Ve bu yarım kalan yerleri doldurmayı gerçekten çok istiyorum. (Özellikle de Gundam Seed serisini...) Manga olsun, anime olsun. Manga dert değil ama anime çevirisiyle ilgili videoya altyazı gömme tarzı yetenekleri olan arkadaşlar ve tabii ki de ilgili olan arkadaşlar bana mail aracılığıyla ulaşsın lütfen. Eğer böyle bir şey yapabilirsek gerçekten güzel olacağını düşünüyorum.

Son olarak buyurun günün çiçek böceği~



Durarara!! Light Novel Bölüm 2 : Yabancının Gözlerinden Başsız Sürücü (Kısım 1)

Tokyo, Toshima Bölgesi, Ikebukuro İstasyonu, Tobu Tojo İstikameti, Bilet Gişesi Çıkışının Önü

"Eve gitmek istiyorum..." diye mırıldandı genç çocuk kendi kendine.

Kafasında dönen milyonlarca düşünceye kıyasla bu cümle oldukça basit bir cümleydi. Fakat bu basit ifade nasıl hissettiğiyle ilgili en çok yankı yapandı.

Gözlerinin önünde yayılanlar- insanlar. İnsanlar, insanlar, insanlar ve daha fazla, daha fazla insan. Görüş alanında insanlardan başka hiçbir şey yoktu. Saat akşam altıyı geçmişti, insanların okuldan yahut işten evlerine dalga dalga gittiği saatti. Elbette henüz en yoğun saatler değildi fakat bu insan topluluğu ona "insanlar"ı değil de daha çok bir "yığın"ı anımsatmıştı.

Dev bir yeraltı boşluğunda, Ikebukuro İstasyonu'nun tam ortasında dikilmekte ve gözlerinin önünde insanlardan bir deniz dalgalanmaktaydı. Karşısındaki bu manzarayla nutku tutulmuş ve buraya ne geldiğini neredeyse unutmuştu.

Çalışan kesimdenmiş gibi görünen bir adam, genç çocuğa çarptı. Genç çocuk özür dilemeye yeltendi fakat adam yüzüne bile bakmadan oradan aceleyle uzaklaştı. Genç çocuk başını eğdi ve mırıldandı: "Çok özür dilerim..."

Sonra bilet gişesinden bir sütun kadar uzaklaştı ve oraya yaslandı.

Genç çocuk, Ryuugamine Mikado, içinde garip bir duygunun kanat çırptığını hissetmeye başlamış ve bunun gerginliğinden kaynaklandığına karar vermişti. Bu kadar etkileyici bir isme sahip olmasına rağmen yüzündeki ifade bunun tam tersi gibiydi. Doğrusu, kusacakmış gibi görünüyordu.

Mikado Ikebukuro'ya eski bir arkadaşının daveti üzerine gelmişti. Daha açık olmak gerekirse, yaşadığı bu on altı yıl içinde Tokyo'ya ilk kez geliyordu.

Yaşadığı şehirden daha önce hiç ayrılmamıştı. İlk okul ve orta okulda bile hiçbir geziye katılmamıştı. Ve bunun biraz aşırıya kaçtığını hissetmeye başladığından, Toshima'da özel bir liseye kayıt yaptırmıştı. Oldukça yeni bir okuldu ve prestiji ortalamanın üzerindeydi. Binaları mükemmeldi ve Tokyo'nun en iyilerinden biri olarak seçilmişti. Mikado yaşadığı şehirde bir liseye de gidebilirdi ama o Tokyo'ya gelmeyi seçmişti çünkü daima büyük şehirde bir hayatın hayalini kurmuştu ve ilk okulda transfer olmuş iyi bir arkadaşı onu davet etmişti.

Mikado ilk okuldayken evinde internet erişimi vardı, böylece arkadaşı başka okulda olsa bile internet üzerinden iletişim kurmaya devam ediyorlardı. Ayrıca uzun zamandır görüşmemiş olsalar dahi hala en iyi arkadaşlardı.

Mikado'nun anne ve babası internetle pek haşır neşir değillerdi. Bu yüzden böylesine uzak mesafeli bir arkadaşlığı anlamak onlar için bir hayli zordu. Oğullarının "ilk okuldayken transfer olan bir arkadaşının burada okumak isteyip istemeyeceğini sorduğu"ndan okul için Tokyo'ya gitmek istediğini duyduklarında böyle bir şeye razı gelmelerinin imkanı yok gibiydi. Hiç dile getirmemiş olsalar da oğullarının burada kalıp bir devlet okulunda okumasını istemelerinin de bir etkisi vardı. İlk başta ailesi bu duruma karşı çıkmıştı  ama izin vermeleri karşılığında okul masrafları dışında kalan ihtiyaçlarını çalışarak kendisinin karşılayacağını teklif edince onları gerçekten de ikna etmişti. Bahardan itibaren yeni okuluna ve yeni hayatına başlayacaktı.

"Söylemesi kolay tabii..."

Onu görmezden gelen kalabalıkla yüzleşirken Mikado, boğuluyormuş gibi hissediyordu biraz. Böyle hissetmesinin bu tür şeyler üzerinde çok fazla düşündüğünden dolayı olduğunu anladığında, hiçbir yere sığdıramadığı tedirgin edici korkusu Mikado'yu tüketmeye başlamıştı bile.

Fakat Mikado beşinciye iç geçirirken tanıdık olmayan bir ses çınladı kulaklarında.

"Yo Mikado!"

"?!"

Mikado hışımla kafasını kaldırdı ve önünde kahverengi, boyalı saçlı bir genç çocuk gördü. Gencin görünüşünde hala çocuksu bir hava vardı ve bu bariz bir şekilde saç rengine ve kulaklarındaki küpelere de yansıyordu.

O an Mikado, bir zorba yahut dolandırıcıya çattığı düşüncesinin verdiği korkuyla yerinde zıpladı ama sonradan karşısındaki kişinin onun ismini söylediğini fark etti. Ve sonunda Mikado, yakın arkadaşına dair küçük de olsa bir benzerlik yakaladı.

"Eh? Yoksa sen... Kida-kun?"

"Madem sordun... o zaman kibarlıkla açıklayayım! Lütfen üç seçenekten birini seçin: Bir, Kida Masaomi! İki, Kida Masaomi! Ve üç, Kida Masaomi!"

Bunu duyunca Mikado, Ikebukuro'ya geldiğinden beri ilk defa gülümsemiş oldu.

"Wah, Kida-kun sen misin? Gerçekten sen misin?"

"Bu şaka üzerine üç senemi harcadım ama sen görmezden geliyorsun. Uzun zaman oldu dostum!"

"Seninle daha dün internette konuştuk... Ama cidden çok değişmişsin. Şok geçirdim! Saçlarını boyamış olmanı hiç beklemiyordum! Ve az önceki şakan çok ezikti."

Her gün internet üzerinden konuşsalar da Kida'nın görünüş olarak ne kadar değiştiğini bilmesinin imkanı yoktu. Sesi bile kalınlaşmıştı. Mikado'nun ilk seferinde onu tanıyamamasına şaşmamak gerekirdi.

Kida Masaomi sersemce sırıttı ve cevap verdi.

"Dört yıl geçti, elbette değişeceğim. Ama sen hiç de değişmemişsin! İlk okuldaki halinle neredeyse aynısın... ve normalmiş gibi şakamın ezik olduğunu söylemez misin?!"

Kida konuşurken elini uzattı ve kendisinden daha bebek yüzlü olan Mikado'nun başına hafifçe vurdu.

"Hey hey, yapmasana şunu. Ayrıca internette konuşurken de ezik şakalar yapıyorsun zaten..."

Mikado sinirleri bozulmuş bir şekilde elini ittirdi. İlk okulda da olsa, chat odasında da olsa Mikado'yu yönlendiren hep Kida olmuş ve Mikado'nun bu yönlendirmeyle hiçbir zorunu olmamıştı.

Selamlaşmalarından sonra Kida kalabalığa doğru yürümeye başladı.

"Bu arada haydi yola çıkalım! İlk önce buradan gidelim. Bugün kesinlikle "Batıya Doğru" havamdayım! Ama bu batı, batı çıkışını değil de Seibu1 departmanı çıkışını ifade ediyor! Ne kadar hileli bir rehberim değil mi?"

"Anladım. Ama batı çıkışıyla Seibu çıkışı arasında ne fark var?"

"...Yine beceremedim."

Mikado Kida'yı takip ederken kalabalığa karşı hissettiği korku ve tedirginlik önemli ölçüde düşmüştü. Şehirde yaşayan biri tarafından yönlendirilmek ve bu birinin eski bir arkadaş olması Mikado'nun şehre bakış açısını yüz seksen derece döndürmüştü.

"Basitçe söylemek gerekirse Ikebukuro'nun Tobu2 departmanı batı çıkışında ve aksine Seibu da doğu çıkışında- ah... ne şanssızım. Şakamın anlaşılmadığı yetmezmiş gibi bir de açıklamak zorunda kalıyorum... Ne yapıyorum ben böyle?"

"Aptallık yapıyorsun?"

"...Bu çok kırıcıydı seni ahmak."

Kida'nın yüz ifadesi kırıktı ama sonra pes edercesine iç geçirdi ve "Boş ver, benden bundan daha iyisi var. Bu yüzden şimdilik seni rahat bırakıyorum. Bu arada, gitmek istediğin bir yer var mı?" dedi.

"Hmm. Sanırım sana Sunshine City ile ilgili bir şeyler söylemiştim."

"Oraya şimdi mi gitmek istiyorsun? Hmm... benim için fark etmez ama cidden yanımıza birkaç hatun alsak daha iyi olmaz mıydı?"

Sunshine City60, bir zamanlar Japonya'nın en uzun kulesi oluşuyla ünlüydü ve çok bilinen bir yerdi. Tokyo Kulesi ve Yokohama İşaret Kulesi tarafından yeri kapılmış olsa da, Sunshine City 60 hala devamlı olarak turist çeken bir eğlence merkeziydi. Bir akvaryumu ve Namjatown eğlence parkı vardı ve öğrenciler için de aileler için de güzel bir dinlenme yeriydi.

Mikado kendini bir çeşit modaya kapılıyormuş gibi hissetse de aklına başka bir yer gelmemişti. Doğrusu, televizyonda sık sık gördüğü başka bir yer daha vardı-

"Ah, bir de Ikebukuro Batı Geçidi Parkı vardı ama."

"Oh oh, o diziyi izlemiştim. Hatta romanını ve mangasını bile aldım."

"Aah, dizi olanı demiyorum asıl yeri diyorum! Batı Geçidi Parkı!"

Kida şaşkınlıkla duraksadı ve Mikado'yu dinlerken anladığı yavaşça yüzüne yansıdı. Sırıttı ve "Hayır hayır, oraya Ikebukuro Batı Çıkışı Parkı deniyor." dedi.

"Eh? Ama... Ikebukurolular Batı Geçidi Parkı demiyor mu?"

"Ikebukurolular mı? O da neymiş? Neyse, gitmek istiyor musun?"

Olduğu yerde dikilen Kida'yı izlerken kafasını kuvvetlice salladı Mikado. "Hayır, hayır istemiyorum! Geç oldu, ya şu renkli çetelerden birine rastlar da öldürülürsek?! (Not: Ikebukuro Batı Geçidi Parkı adlı dizide Batı Çıkışı Parkı çevresinde dolaşan ve tek renk kıyafet, şapka ya da atkı giyen çeteler vardır.)"

"Ah... Buna ne demem gerektiğini gerçekten bilmiyorum. Hem saat daha altı. Sen de ne korkaksın ha."

Kida bezgince gülümsedi ve Mikado'yu kalabalığın içinde yönlendirmeye devam etti.

Onlar yola koyulduklarında kalabalık seyrekleşmişti fakat Mikado hala insanlara çarpmamak için büyük bir çaba sarf ediyordu.

"Renkli çeteler daha az görünür oldu. Geçen sene oldukça fazlaydılar ama Saitama'dan elemanlarla büyük bir kargaşa çıkarttıktan sonra tutuklandılar. Sonra polis aynı renk kıyafetler giyerek gruplar halinde baskınlar yaptı. Şimdilerde birçoğu yalnızca geceleri ortaya çıksa da çalışan kesim evlerine gitmeden öyle parlak gösteriler yapmıyorlar...Ah ama işin içine Bosozoku falan girerse değişir tabii. Bazen Bosozoku ve polis arasında geçen çatışmaları haberlerde ya da gazetelerde görürsün ama genelde Kabuki bölgesinde falan olur, Ikebukuro'da çok nadirdir."

"Bosozoku mu?!"

"Mmh, dediğim gibi böyle bir zamanda istasyonda toplanmazlar."

Mikado, Masaomi'nin verdiği güvencenin ardından rahatlıkla soluk aldı.

"Yani... şimdi Ikebukuro oldukça güvenli bir yer mi?"

"Pek değil. Böyle şeyler hakkında çok fazla bir bilgim yok aslında. Şey, aslında şu çeteler oldukça fazla. Bir de renk çeteleri ve Bosozoku var. Bunun dışında da tehlikeli insanlar dolaşıyor tabii. Dışarıdan oldukça normal görünüyorlar ama onlara asla bulaşmamalısın... Endişelenmene gerek yok. Etrafta dolaşıp bela arayan tiplerden değilsin nasılsa. Ama yine de şu sokak satıcılarından, şüpheli tüccarlardan, çetelerden ve Bosozoku'dan uzak durursan iyi olur."

"Anladım..."

Mikado hala şu "asla bulaşmaması" gereken insanlarla ilgili daha fazla şey merak etse de soru sormamaya karar vermişti.

2015/09/15

Güncelleme #9 : Oh la la~

Merhaba millet.

...aah. Açıkçası bu güncel yazısında ne yazacağımı bilmiyorum. Daha doğrusu önceden bir şeyler karalamıştım fakat şu an içinde bulunduğum durumdayken önceki yazımı okuyunca oldukça salakça bir yazı yazdığımı düşünüp tamamen sildim. Sanırım birkaç duyuruyla bu haftayı bitireceğim.


Yume Nikki'nin bu hafta ilk kısmının son bölümünü vermiş bulundum. Haliyle diğer serilerle ilgilenebilmek için buna kısa süreli bir ara vereceğim. Zaten vermesem de ikinci kısım yarıda kesilecek çünkü henüz tamamen İngilizceye çevrilmemiş. Onun yerine Durarara!!'ya devam edeceğim.

Danshi Koukousei No Nichijou'nun ilk cildi de haftaya bitmiş olacak. Ondan sonraki haftalarda beşer bölüm değil de ikişer üçer bölüm halinde çevirip paylaşacağım.

Ve son olarak yetiştirebilirsem eğer A Simple Thinking About Blood Type'a başlayacağım. Ketsuekigata-kun iyidir, güzeldir. <3

Şimdi buyurun bu haftanın çiçek böceği~ Haftaya görüşmek üzere!



Yume Nikki Bölüm 10 : Kimsin sen?

Yüzünü yıkıyorsun.

Aniden etrafındaki manzaranın tamamen değiştiğini fark ediyorsun. Sanki etrafındaki tüm kar eriyip gitmiş gibi sularla kaplı bir yerdesin. Soğuk su ayak bileklerine kadar ulaşıp ayakkabılarından içeriye giriyor. Gözünün görebildiği her yer küçük bir çocuğun neşeyle oynayıp her yere su sıçratabileceği tarzdan bir yer. Yükselen suya rağmen neşeyle yürüyorsun. Etrafa su sıçratıyor ve yürümesi zor olsa dahi neredeyse dans edercesine nezaketle hareket ediyorsun.

Suyun kendisi hayattır. İnsanların bedenleri ve hatta cesetler bile başlıca sudan yapılmıştır. Bu yaşamak için en çok ihtiyaç duyduğun şeydir, bu yüzden herkes içgüdüsel olarak suyu arar. Kendini bir küvetin içinde omuzlarına kadar ılık suya gömersen için huzurla dolar. Rahatlarsın. Ve bu rahatlamayla birlikte yüzünde parlak bir gülümseme oluşur.

Su oldukça berrak ve görüşünü bozan hiçbir şey yok. Güney sahillerini andırıyor, mücevher döşeli bir yol gibi temiz bir kum. Ayağının altında eşi benzeri olmayan desenler çiziyor tıpkı bir insanın derisinin yakınlaştırılmış bir resmi gibi.

Tenin uzun süre oynayıp terle kaplanmış ve arkadaşını kucaklamaya yeltenmiş küçük bir çocuğun cildi gibi... o kadar da kötü bir nemlilik hissi vermiyor ama. Elinin tersiyle yüzüne zıplayan su damlalarını siliyorsun.

İnce bir ışık suyun yüzeyine vurup seni yansıtıyor. Yüzünü yıkayasıya kadar bir önceki giydiğin ölü kıyafetleriyle duruyordun. Fakat şimdi her zamanki kıyafetlerinlesin. Saçın düzgünce bağlanmış ve örgülerin yürüdükçe neşeyle zıplıyorlar. Harika bir manzaranın içinde yürüyorsun, tıpkı bir peri masalı gibi, mutlu bir çocuğun gördüğü büyülü bir dünya gibi. Su seviyesi oldukça alçak ve ruhunu arındırıyor.

İleride bir yerde kayalıklı, şekerden yapılmışçasına kırılgan bir alan var. Saf beyaz bir düzlük. Oraya kolayca tırmanabileceğin bir yere ulaşıyor ve istekli bir şekilde tırmanıp kafanı sağa sola sallayarak üzerindeki suyu silkiyorsun. Örgülerini de sıkıyorsun. Alnına yapışan kaküllerini itip etrafına bakınıyorsun.

Burası oldukça karmaşık bir alan. Daha çok bir labirente benziyor. Arazi garip yollarla şekillenmiş ve bir bakıma orada düşünmeden yürümek oldukça can sıkıcı olabilirmiş gibi. Yalnızca ortalıkta gezinmek istesen bile karşına çıkacak bir sürü engel bulursun ve bu engellenmişlik hissi sinirlerini bozabilir. Koca bir boşluğa düşmüşken ve bu yerin aşırı kafa karıştırıcı yapısına bakarken yakınında bir şeyin sallandığını fark ediyorsun. Bu bir ip. Daha doğrusu bir balon. Parlak renkleri ve altından sarkan ipiyle tam çocukların seveceği tarzdan.

Her çocuğun yapacağı gibi sen de ipe sıkıca tutunuyorsun. Ve sen bunu yapar yapmaz ayakların yerden yavaşça kesiliyor.

Fizik kurallarına karşı gelerek tamamiyle havada süzülüyorsun. Balonun seni daha da yükseklere çıkarması kafanı karıştırıyor. O mide bulandırıcı labirent tarzı yerden kaçıp gidiyorsun. Götürülüyorsun.

Balon belli belirsiz titreşiyor ve yükseldikçe daha da güvenilmez hale geliyor. Etrafındaki rüzgar seni yönlendiriyor ama sen gitmesine izin vermedikçe balon seni destekliyor. Seni koruyor ve güç veriyor. Ve bir bakıma seni ilerletiyor... Bir çeşit arkadaşlık gibi bu.

Ne yapacağını bilmemenin içinde yarattığı tereddüt biraz da olsa ipi bırakmana neden oluyor. Sen fark etmeden balon gevşemeye ve havasını kaybetmeye başlıyor. Fakat bu olurken başka bir balon yanında beliriveriyor. Bu yeni balona tutunuyorsun. Seneler geçtikçe arkadaşlıkların bitecek ve değişecek. Arkadaşlığın geçip gitmesi gibi, aşkın çürümesi gibi o balondan ayrılıyorsun. Ama elini nereye koyarsan koy orada daima bir balon olacak. Bunun üzerine bahse bile girebilirsin.

Yükseldikçe hava soğumaya başlıyor. Nefesin donuyor, bembeyaz. Havayı ciğerlerine çekmek zorlaştığından nefes alış verişlerin düzensizleşiyor. Elindeki son balon o kadar küçülmüş ki bütün canlılığını kaybetmiş. Gerginlik etrafını sarıyor, kollarını ve bacaklarını hareket ettiriyorsun. O kadar yükselmişsin ki yeri göremiyorsun artık. Düşecek olsan, bir rüya olsa bile yaralanmadan kurtulmanın imkanı yok. Kendisini sevecek birini arayan yalnız bir kız gibi çılgınca etrafına bakınıyorsun.

Ve buluyorsun. Sana çok yakında. Küçük, yüzen bir ada. O beyaz, can sıkıcı labirenti andıran yere  ulaşabilmek için elinden geldiğince çabalıyorsun. Ama oranın aksine burada çadıra benzeyen yapılar var. Tüm cesaretini toplayıp balonu bırakıyor ve düşüyorsun.

O yükseklikten güvenli bir şekilde inemiyor ve poponun üzerine düşüyorsun. Rüya olduğundan canın yanmıyor ve yalnızca kafanı şaşkınlıkla sallayıp gergin bir şekilde ayağa kalkıyorsun. Yüksekteyken hava ince ve soğuktu. Ama senin çabaların seni buraya kadar getirmişti.

Birden görünüşünden dolayı endişelenmişsin gibi ya da tapınak gibi bir çeşit dini bölgeye giriyormuşsun gibi hala ıslak olan kıyafetlerini sıkıyor ve hafifçe saçlarını düzeltiyorsun. Önündeki büyük çadırın girişinde.

Şaşkınlıkla yutkunuyorsun. Çadır sevimli ve gösterişli. Bir çocuk sevdiği tüm renklerle onu doldurmuşçasına parlıyor. Ya da küçük bir kızın büyümüş gibi davranıp parlak oyuncak mücevherlerini göstermek istiyormuş gibi... Tereddütle ilerliyorsun. İglolar gibi sıcak bir havası var fakat bu bariz bir şekilde daha farklı. Mutlu bir his dolanıyor havada, sanki beklenen biri sonunda diğerlerinin karşısına çıkıp kendini gösterecekmiş gibi... Habersiz gelen bir misafir gibi suçlu hissediyorsun kendini. Ve gizlice çadırdan içeriye göz atıp yavaşça adım atıyorsun.

İçeride gördüğün yer dışarıdan bakarak hiç tahmin edemeyeceğin kadar sevimli bir yer. Bir peri masalındaki prensesin yaşayabileceği tarzda bir yer gibi, sadece orada kalarak bile mutlu olabilirmişsin gibi. Sevgiyle yetiştirilmiş bir çocuğun hazineleriyle dolu bir oda. Yürüdüğün rüya manzarasıyla arasındaki fark oldukça bariz. Birilerinin gizli anılarına girmişsin gibi sanki. Tam olarak öyle. Ve belki de bu yüzden rahat hissetmiyorsun. Çünkü gördüğün yer aradığın sevgiyle dolu, fakat bu sevgi bir başkası için.

Yerde pahalı görünümlü bir kilim duruyor. Duvarlar eğlenceli ve mutlu resimlerle süslenmiş. Yumuşak ve pofuduk bir yatak var köşede. Oldukça düzgün bir masa ve güzel, macera dolu ve mutlu kitapların dizili olduğu bir kitaplık. Çarpan kalbini iyileştirip rahatlatabilecek bir yer...

Bu odanın manzarası tarafından ele geçiriliyorsun bir süre. Ama sonunda fark ediyorsun.

Tam da önünde kim bilir ne zamandır dikiliyor... Bu küçük odada, saklanacak hiçbir yer yok. Ve elbette...

"Odanın dağınıklığı için kusura bakma."

Habersiz gelen bir arkadaşmışsın gibi seninle konuşuyorum. Omzumdaki bir tutam saçla oynamaya başlıyorum.

"Bir bakalım... bir şeye ihtiyacın var mı?"

Yeni başlayanlar için hep böyle yaparım. Bir süre tepki vermiyorsun. Ama ağzın oynuyor sanki düşüncelerini sessiz bir sese yüklemişsin gibi. Sanırım şöyle bir şey söylemek istiyorsun.

Kimsin sen?

2015/09/14

A Simple Thinking About Blood Types (Türkçe Webtoon Çevirisi)


İsim: A Simple Thinking About Blood Type
Çizer: Park Dongsun
Tür: Komedi, Slice of Life, Webtoon
Bölüm Sayısı: 10 (Devam Ediyor)

Konu

Hangi kişisel özelliğinizin kan grubunuzla alakalı olduğunu merak ettiniz mi? Peki ya bu kişisel özelliklerin tek bir karaktere aktarılmış halinin nasıl olabileceğini hiç hayal ettiniz mi? Park Dongsun kan gruplarına ait tipik özellikleri birer karakterde toplamış ve ortaya eğlenceli bir webtoon çıkarmış. 
Kan grubunuza ne kadar benziyorsunuz?

(Online Oku : Batoto - MangaTR)

İndirme Linkleri


2015/09/11

bakashuu twitter'da!

Yo minna!
Birkaç gün önce açtığım ama burada paylaşmaya fırsat bulamadığım twitter adresimi burada sizlerle paylaşmak isterim. Milyon takipçiyi geçen facebook sayfam gibi buranın da çok tutacağını umuyorum! Takip etmekten ve yeniliklerden haberdar olmaktan çekinmeyiniz. Çeviri için olmasa bile geyik amaçlı da takılabiliriz yani. *çevirmen amacı bozdu*



bir sonraki güncele kadar... adieu~!

2015/09/08

Güncelleme #8 : Kyou wa... kaze ga sawagashii na~

Herkese merhaba. İki haftadır gecikmesiz güncel verebilmem mucize değil mi? ...hnff... *duygu seli*


Başıma nereden açtım bilmiyorum ama Danshi Koukousei No Nichijou gibi güzel bir serinin çevirisinin yarıda kesildiğini gördüm ve geçen hafta çevirmeye başladım. İlk başta bunu yapmaktan pek emin değildim çünkü iki light novel ve devam etmekte olan birkaç mangayı çevirirken bir de bunu üstlenmek...deliceydi. Ama kesinlikle pişman değilim, her bölümü editlerken acayip eğlendim ve aptal gülüşlerim gecenin karanlığında yankılandı durdu. "Sen hala yatmadın mı?"lar geldi sonra... Bu seriyi yarıda bırakacağımı hiç sanmıyorum. Umarım okurken benim kadar siz de eğlenirsiniz.

Onun dışında küçük bir duyuru. Önümüzdeki güncelden sonra Yume Nikki Light Novel'ına ara verip Durarara!! Light Novel'ı üzerinde yoğunlaşacağım. Horror Mansion'ın ikinci cildi için de biraz aralık koyacağım. Onun yerine Saint Onii-san gibi doujinshi gibi yeni bir şeyler gelebilir diye düşünüyorum. Değişiklik iyidir.

Son olarak isteklerinizi aşağıdaki yorum kutusundan, yan taraftaki mail seçeneğinden yahut facebook sayfasının mesaj kutusundan bana ulaştırabilirsiniz. Haftaya görüşmek üzere!




Yume Nikki Bölüm 9 : Yatak

Orada bir süre kıpırdamadan duruyorsun.

Orada, karlı manzaranın tam ortasında, küçük bir çocuk gibi o minik bebeğin kalıntılarını kucaklayıp dururken, kar taneleri eteğini ıslatmaya başlıyor. Ama sen hareket etmiyorsun, yağan kar tarafından gömülmeyi amaçlıyormuşsun gibi. Ve sonunda göz ucuyla fark ediyorsun.

Zorlukla görebiliyorsun fakat orada bir iglo daha var. Onun sıcaklığını arıyormuşcasına çekici teklifini kabul edip yürümeye başlıyorsun. Farkında olmadan.

Şimdiye kadarki her yerde bir arada bulunan bir sürü iglo vardı sanki bu soğuk günde birbirini sıcak tutmaya çalışan bir kuş sürüsü gibi. Fakat bu tek başınaydı, diğerlerinden uzakta, yapayalnız. Eğer o iglolar çocukluğundaki anıların kristalize edilmiş haliyse, bu da hatırlamak istemeyeceğin bir şeyle alakalı olmalıydı.

Hoş olmayan bir durumdu bu. Ama görünürde başka iglo yoktu, bu yüzden dikkatle ona doğru yürümeye devam ettin. Orada seni ne tür bir keder ve üzüntünün beklediğini bilmiyordun. Aniden duraksadın. Yaklaştığın iglonun derinliklerinde sana bakan bir yüz vardı.

Onu gördüğün andan itibaren ondan nefret edeceğini biliyordun. Bu şey, tüm o güzel karlı manzaradan uzaktaydı. Çirkin ve hoş olmayan bir şeydi. Sendeliyorsun ve geri dönmeye karar veriyorsun. Gözlerinin önünde, iglodan dışarı çıkıyor bir şey; karlı manzarayı zehirleyerek, burasının sahibi oymuş gibi ayaklarıyla etrafı kirleterek.

Bir yandan bir kadını andırıyor. Zarif ve iyi yetiştirilmiş bir bayan. Süslü bir elbise giymiş ve saçları güzelce taranmış. Oldukça ince görünüyor... Fakat yüzü iğrenç. İri gözleri var ama göz bebekleri küçücük, tıpkı etçil bir kuşunki gibi. Uzun ve sivri bir burnu var, tıpkı bir cadınınki gibi. Ve yakından baktığında elbisesi bile zehirleyici bir hava salıyor. Tıpkı bir yaban arısı yahut bir örümceğin renklerinin yabani hayvanlara zehirli olduğunu göstermesi gibi. Sana kesinlikle yaklaşmamalı. Tehlikeli, kötü. Bu uğursuz kadın hakkında hissettiklerin bunlar.

Bir açıdan boyu bir yetişkininkini andırıyor. Görünen o ki kadın, sana ve yavaşça geri çekilmene pek ilgi göstermiyor ve umursamazca yürümeye devam ediyor. Sanki neredeyse seni görmüyormuş gibi. Senden tamamen farklı bir boyuttaymış gibi kadın seni fark etmeden etrafta gezinip durmaya devam ediyor.

Boşu boşuna endişelenmiştin. Birden karı eşelemeye başlıyorsun. Parmakların soğuktan yanıyor ama sen umursamadan işine kaldığın yerden devam ediyorsun. Kısa bir süre sonra, yağan karın altında şu çok iyi hatırladığın trafik lambasını bulmayı başarıyorsun. Otoyolda bulduğun, üzerine düşen ve bir parçan olan hani.

Neden böyle bir şey kara gömülmüş halde duruyor? Bunu kazarak çıkarabileceğini düşündüren neydi? Bu bir bilmeceydi ama sanki buna karşı bir teorin varmış gibi pek de şaşırmamıştın. Titreyen kollarınla trafik lambasını kucaklıyor ve sonra altındaki delikten onu üzerine geçiriyorsun. Tıpkı bir kostüm gibi. Ve onu her gün giydiğin bir üniformaymış gibi giymeye alışmışsın. Işığı kırmızıya çeviriyorsun uzun boylu bayanın amaçsızca etrafta dolaşmayı kesmesini istercesine. Kadın bunu görüyor ve komik bir rutinin içindeymiş gibi duruyor. Orada bekliyor, daha doğrusu tamamen donmuş gibi görünüyor. Bir ayağı yere basmak üzere havada duruyor fakat hiçbir şekilde hareket etmiyor. Parmakları ve saçları da öyle.

Trafik lambasını üzerine geçirmiş ve güçlü bir reddediş duygusu göstermiştin. Dur. Hareket etme. Yaklaşma. Hayır. Negatif.
Yanılıyorsun... Tüm o duygularla kırmızı rengi gösteriyor ve giydiğin lambayla dönmeden düşmemeye gayret göstererek elinden geldiğince hızlı bir şekilde koşmaya başlıyorsun. Elbette ki önüne bakmadan yürümek kar üzerinde yürümeyi zorlaştırıyor. Takılıp düşüveriyorsun. Sen düşer düşmez trafik lambası mükemmel bir uyumla çatlayıp kırılıyor ve içinden yuvarlanarak çıkıyorsun.

Trafik lambası kırıldığından uzun kadın hareket etmeye başlıyor yine. Korkuyla arkana bile bakmadan kaçıyorsun. Sonra önünde tamamen doğal olmayan bir şey görüyorsun.

Birdenbire fırtınanın ortasında beliriveriyor. Bu beyaz manzaranın ortasında olmaması gereken bir şey. Bir yatak. Düz ve sıradan bir yatak. Dahası, üzerinde hiçbir şekilde kar birikmemiş, sanki daima sıcakmış gibi. Hiç vakit kaybetmeden ona doğru koşuyor ve üzerine atlayıp çarşafı kafana çekiyorsun.

Kıvrılıyor ve titriyorsun. Bir korku filmi izlemişsin gibi. Ya da ailen seni azarladığı için uyumaya niyetlenmişsin gibi. Çarşafın altında kıvrılarak kendini uyumaya zorluyormuşçasına gözlerini sıkıca kapatıyorsun.

Rüya görüyorken yeniden uykuya dalmak. Yatağının derinliklerinde bir yatak daha bulmak. Bir denizin derinliklerine batıyormuşçasına kaynağa doğru sürüklenmek. Sen bunu yaparken uzun boylu kadın yatağın etrafında amaçsızca dolaşmaya devam ediyor. Yaramaz çocuğunun uyuyup uyumadığını kontrol eden aşırı korumacı bir ebeveyn gibi. Aşırı derecede mide bulandırıcı gözlerini durmadan döndürerek. Uyanık olduğuna dair göstereceğin en ufak bir işarette üzerine berbat bir lanet salacakmış gibi yatağa bakıyor. Kadın gitmiyor. Sadece durmadan yatağın etrafında dönüp duruyor.

Uyumak tek kaçış yolun. Görmek istemediğin şeye gözlerini yummak ve kaçmak. Ama burada temel bir farklılık var. Nefret ettiğin bir aile, nefret ettiğin okul yahut iş yeri... Uyanır uyanmaz tüm bunlarla yeniden yüzleşmek zorunda kalacaksın. Gerçeklik daima orada, ne kadar derin uyumaya çalışırsan çalış orada seni bekliyor. Elbette uyumak hiçbir şeyi düzeltmeyecek. Kadın etrafında gayesizce fakat yorulmadan dönmeye devam ediyor. İçinde ne bir şefkat ne de sevgiyle, yatağın içinde herhangi bir hareket yapıp yapmayacağını sonsuz bir gözlemle kontrol ediyor. Ortaya çıkacak bir hamam böceğine saldırmaya yahut ucu kırılan bir saç telini çekmeye hazır gibi... Çok geçmeden, belki de rahatsız hissettiğinden birazcık da olsa kıpırdıyorsun.

Sadece şu sinir bozucu uzun kadından kurtulmaya çalışıyorsun umutsuzca. Fakat saklanmak fayda etmeyecek. Çarşafın altında sana yardımcı olabilecek bir şeyler aramaya koyuluyorsun, uzun kadının fark etmemesine dikkat ederek. Ve bir şey buluyorsun!

Biraz önce kaybolduğunu düşündüğün mavi saçlı küçük bebek bu. Yatakta yatan yorgun bir çocuk gibi sarılıyorsun ona. Göğsüne bastırıyorsun ve yüzünde bir gülümsemeyle kayboluyor bebek. Genelde çarşafın altında görmek zor olur ama kim zamanında bir ışık bile yakmadan kendi krallığının hakimiymiş gibi çarşafın altında oyun oynamadı ki? Bu belirsiz karanlığın içinde bebeğin bir çeşit kıyafete dönüştüğünü görüyorsun.

Bir zaman sonra tüm kızlar bebekleri unutur ve kıyafetlerine dikkat etmeye başlar. Modaya uygun giyinmek, makyajınla ilgilenmek... böyle yaparak kendilerini o bebeklere dönüştürürler. Böyle yaparak kızlar birer kadına dönüşürler ve anılarını rüyalarının derinliklerine gömerler.

Çarşafın altında kıyafetlerini değiştiriyorsun. Bu tıpkı soğuk bir sabahta sıcak kalabilmek için yatağının içinde üniformasını giymeye çalışan birini andırıyor. Gerçekle yüzleşmek için biraz daha bekleyip rüyaların çarşafının altında biraz daha debelenmek. Üzerini değiştirmeyi bitirir bitirmez çarşafın altından çıkıyorsun.

Kendine baktığında görünüşünü o bebekten ayıramıyorsun. Ölü kıyafetleri. Mavi renk saçların. Mükemmel bir kopyası olmuşsun. Her kadın ara sıra küçük bir kızken sevdiği bebeğin kıyafetlerini giymek ister.

Uzun kadına yalnızca bir kere bakıyorsun. Ama o ne yetişkinlere ne de bebeklere ilgi duyuyora benziyor. İlgisizce dönüp başka bir yere doğru gidiyor.

Rahatça bir soluk alıyor ve önceden gitmeyi planladığın igloya doğru dönüyorsun. Güçlü bir hava tarafından oraya çekiliyorsun. Uzun kadın da uzaklardaydı artık. Bu yüzden rahatça içeriye giriyorsun.

Şu ana kadar gördüklerinden bariz bir şekilde farklı. Yerde bir su kaynağı var.Yüzünü yıkayıp arındırabileceğin kadar küçük miktarda bir birikinti. Fakat yoğun bir losyon ya da yüz kremi gibi garip bir hacmi var. Herkes sabahları gerçekle yüzleşmek için ilk önce yüzlerini yıkarlar. Sonra yetişkin kızlar makyaja dönerler.

Bunu düşünürken ellerini su kaynağına daldırıyorsun.

Bir yerlerde uzun kadının aşağılayan kahkahası yankı yapıyor.

2015/09/05

Güncelleme #7 : Coo coo!

Herkese merhaba! Yaz tatili bittiğine göre hep birlikte sızlanmaya başlayabiliriz değil mi?
...

Sizin aksinize ben okulların açılmasına seviniyorum. Üç senedir Madao hayatı yaşadım. Anlayamazsınız. *çevirmen özel hayatına girmeden konuyu kapatıyor*


Bu hafta gelen isteklerden birini çevirmek istedim. Aşkın, maceranın ve pofuduk güvercinlerin drama cd'si!! Birkaç aksaklık dışında çevirmiş bulundum. İyi oldu. Güzel oldu. Devamını getirebileceğimi umuyorum. Neyse çok gevezelik etmeden buradan buyurun.

not: Drama CD indirme linkleri daima drama cd sayfasındadır.

Görüşmek üzere!

Danshi Koukousei No Nichijou (Türkçe Manga Çevirisi)


İsim: Danshi Koukousei No Nichijou
Diğer İsimler: Daily Lifes of High School Boys, Liseli Erkeklerin Günlük Yaşamı
Mangaka: Yamauchi Yasunobu
Tür: Komedi, Okul, Shounen, Slice of Life
Bölüm Sayısı: 7 Cilt

Tadakuni, Hidenori ve Yoshitake, Kuzey Sanada Erkekler Lisesinin öğrencileridir. 7 ciltlik bu seride "sıradan" hayatlarından kesitler okuyacak ve aslında bu sahnelere çok tanıdık olduğunuzu göreceksiniz. 
Hazır mısınız? 

Online Oku : (Batoto - MangaTR)

İndirme Linkleri











Bölüm 51 - Dehşet Liseli Kızlar 5 : Geçmiş
Bölüm 74 - Liseli Erkekler ve Kısa Konuşma


Cilt 5

Bölüm 77 - Liseli Erkekler ve Kimya Klübü
Bölüm 78 - Liseli Erkekler ve Film Araştırma Camiası
Bölüm 79 - Liseli Erkekler ve Bilgisayar Klübü
Bölüm 80 - Liseli Erkekler ve El İşi Klübü
Bölüm 81 - Liseli Erkekler ve Rahatsızlık
Bölüm 81.1 - Büyük Çatışma
Bölüm 81.2 - Kavgalı Büyükler
Bölüm 81.3 - Arkadaşlar
Bölüm 81.4 - Dayanmak
Bölüm 81.5 - Şeytan
Bölüm 81.6 - "Kavgalı"nın Devamı


Cilt 6

Bölüm 82 - Liseli Erkekler ve Fermuarlar
Bölüm 83 - Liseli Erkekler ve Yalanlar
Bölüm 84 - Liseli Erkekler ve UFO Avcıları
Bölüm 85 - Liseli Erkekler ve Dükkan Görevlisi
Bölüm 86 - Liseli Erkekler ve Alman Sosisi
Bölüm 87 - Liseli Erkekler ve İdealler
Bölüm 88 - Liseli Erkekler ve Yalnızlık
Bölüm 89 - Liseli Erkekler ve Tuzaklar
Bölüm 90 - Liseli Erkekler ve Hıçkırıklar
Bölüm 91 - Liseli Erkekler ve Özen
Bölüm 92 - Liseli Erkekler ve Asansör
Bölüm 93 - Liseli Erkekler ve Tren Vagonu
Bölüm 94 - Liseli Erkekler ve Takaslar
Bölüm 94.1 - Liseli Erkekler ve Kendine Güven
Bölüm 94.2 - Liseli Erkekler ve Popüler Olmak
Bölüm 94.3 - Yüzeyde
Bölüm 94.4 - Kaçak Avcılık
Bölüm 94.5 - Gaddar


Cilt 7

Bölüm 95 - Liseli Erkekler ve Okulu Asma
Bölüm 96 - Liseli Erkekler ve Çalışmalar
Bölüm 97 - Liseli Erkekler ve Sırlar
Bölüm 98 - Liseli Erkekler ve Temizleme
Bölüm 99 - Liseli Erkekler ve Okuma
Bölüm 100 - Liseli Erkekler ve Filmler
Bölüm 101 - Liseli Erkekler ve En Kötüsü
Bölüm 102 - Liseli Erkekler ve Derin Uyku
Bölüm 103 - Liseli Erkekler ve Yanlış Anlamalar
Bölüm 104 - Liseli Erkekler ve Bir Çocuk
Bölüm 105 - Liseli Erkekler ve Rüzgar
Bölüm 106 - Liseli Erkekler ve Maske
Bölüm 107 - Liseli Erkekler ve Ekstralar
Bölüm 107.1 - Anlamsız
Bölüm 107.2 - Mahvolmuş
Bölüm 107.3 - Düz Yüzey
Bölüm 107.4 - Kurbağa
Bölüm 107.5 - Mektup
Bölüm 107.6 - 10
Bölüm 107.7 - Araştırma
Bölüm 107.8 - Habara
Bölüm 108 - Temmuz 2014 Özel

2015/09/01

Hatoful Boyfriend Drama CD : Primal Feather


Seslendirme

Kawara Ryouta: Asanuma Shintaro
Nanaki Kazuaki: Nojima Hirofumi
Sakuya Le Bel Shirogane: Ishida Akira
Fujishiro Nageki: Saiga Mitsuki
Sakazaki Yuuya: Yusa Kouji
Iwamine Shuu: Koyasu Takehito
Okosan: Norio Wakamoto
Higure Anghel: Sakurai Takahiro

Tanıtım
Popüler Hatoful Kareshi oyununun ikinci drama cd'si. Birinci cd St. Pigeonation Akademisi'nin 7 gizemini anlatırken, ikinci cd ana konudan farklı olarak yapımcı Moa Hato'nun aynı karakterleri içinde barındıran mangası Absolute Zero'ya gönderme yapmaktadır. RPG oyunu tarzı bir yer altı dünyasına sürüklenen güvercinlerimiz, okulu gerçek dünyaya geri döndürmeye çalışacaklar ve önlerine çıkan engelleri birlikte aşacaklardır.

(CD 14 parçadan oluşmaktadır. Prolog, ilk bölüm ve ekstra bölüm çevrilmiş geriye kalanlar da Moa Hato'nun blogundaki özetlerden alınmıştır. Eserin sahibine destek olmak için lütfen Drama CD'yi satın alınız.)


Hatoful Boyfriend - Primal Feather Çevirisi

Parça 1 - Prolog

Anghel: Benim adım Higure Anghel, buz hapishanesinden salınmış olan kızıl meleğim. Reenkarnasyona şahit olup birçok günah ve kehanetle yüklenmiş olan bu affedilmemiş kanatlar kendilerini yere indirdi. Bir tanrıyı, bir tanrı güvercini suçlayan kırmızı bir hain tarafından çağrıldı.

Kaderin düşmanı, Karanlık Büyücü Wallenstein'dan kurtulma vakti geldi. Şimdi, vaat edilmiş topraklarda, cehennemi parlak kırmızı renge döndürecek olan düşmüş bir meleğin anlatılagelen efsanesi başlıyor.
Yasaklı düşmüş meleğin efsanesi... Karanlık Melek Hikayesi.

Ryouta: B-bekle bir dakika! Dur! Birdenbire yanıltıcı anlatımlar yapıp durma!
Um, güvercinler tarafından sizlere sunulan samimi ve yürekten okul komedisi Hatoful Boyfriend Drama CD 1 başlıyor!


Parça 2 - Başlangıç

Ryouta: Günaydın Sakuya! Her zamanki gibi erkencisin.
Sakuya: Tabi ki de! Her aristokrat küçücük bir sapma bile olmayan mükemmel günlük planlarıyla günlerini geçirmeli değil mi?
Nanaki: Merhaba millet! Günaydın!
Ryouta: Ha? Nanaki-sensei bir şey mi oldu? Normalde zil çalsa bile siz çalışan odasında uyuyor olurdunuz.
Sakuya: Dersin başlamasına hala on beş dakika var! Derse hep en son gelen adamın bu saatte sınıfta olması... Bir şey mi oldu gerçekten?!
Nanaki: Hmm şey... Sanırım küçük bir anonsum olacak, bu yüzden...~ Sadece burada olanlar olsa da olur, şimdi benim için yerlerinize oturur musunuz?
Şey pekala! Bugün itibariyle okulumuz yer altı dünyasına* düşmüş bulundu. Bu yüzden kendi kendinize çalışabilirsiniz!
Ryouta: Eh?
Sakuya: EH?
Ryouta: Şey, sensei, lütfen bir kez daha tekrar eder misiniz..?
Nanaki: Bugün okul yer altı dünyasının içine düştü. Bu yüzden kendi kendinize çalışabilirsiniz! Bakın pencereden dışarıya~
Ryouta: Y-YER ALTI DÜNYASI BU!!
Sakuya: Dışarısı bomboş araziye dönüşmüş! Şu ana dek her zaman nasılsa öyleydi! Bu da nedir!!
Ryouta: Ah, okulun önündeki otobüs durağı şaşalı bir haça dönüşmüş... bu öğrencileri uzaklaştıracak, hiç iyi değil... Hiyoko'nun henüz gelmemiş olması da ayrı bir sorun...
Nanaki: Mm, bu bir sorun değil mi. Bugün bazı çocuklar okula gelemeyecek fakat yapacak bir şey yok. Kendi kendinize çalışabilirsiniz.
Sakuya: Bekleyin hayır!! Şimdi kimin okula gelip kimin gelemeyeceği hakkında endişelenmenin vakti değil! Kimse yaklaşan krizin gelişini hissedemiyor mu?!
Ryouta: Tehlikeyi hissedebiliyorum! Eğer bugün otobüsle eve dönemezsem kusursuz katılım ödülümü kaybedeceğim!
Sakuya: K-kusursuz katılım ödülü mü?
Ryouta: Part-time işimin katılımı!!
Sakuya: Bu garip olay gözlerinin önünde olup biterken ne diye part-time işin için zırlanıyorsun?!
Nanaki: Kawara-kun maid cafe'nin bir numarası çünkü değil mi?
Ryouta: Yine de normal dünyaya geri dönmek için bir şeyler yapmalıyız! Haydi gruplara ayrılıp bunun kaynağını bulmaya çalışalım, olur mu Sakuya?
Sakuya: Bunu bana söylemesen de bilebilirim! Bana ne yapacağımı söyleyip durma!
Ryouta: Um, Nanaki-sensei, sanırım ben şu köşeye bakacağım. Böylece bizi yer altı dünyasından eve döndürebilecek normal bir yol bulabilirim...
Nanaki: Mmpeki. Bugün serbest çalışma gününüz zaten. O yüzden ne yaptınız pek de umurumda değil.
Ryouta: Pekala, haydi hemen başlayalım o zaman!!
Sakuya: Evet, saf kan bir Le Bel olarak okulumuzu gerçekliğe döndüreceğim!
Nanaki: Ben de... çalışan odasına geri dönüp biraz çalışma kağıdı ya da onun gibi bir şeyler hazırlayacağım sanırım... Kawara-kun ve Shirogane-kun! İyi şanslar!

Ekstra - Çatışma

Ryouta: Coo coo! (Yuuya zorlu bir düşman!  Savunmanızı düşürmeyin!)
Nanaki: Peep~ Pee-peep? (Ah~ Yine mi bununla uğraşıyorsunuz?)
Sakuya: Coo. Coo coo! (Şu kuşun sebep olacağı hiçbir aksamaya izin vermeyeceğim. Ne de olsa yanımızda sert bir müttefiğimiz var!)
Okosan: CoooOO!! (Kesin ölüm, Okosan vuruşu!!!)
Yuuya: Cooo!!! (Yenildiim!!)
Shuu: Kwaak Kwakawak (Yenildin demek ha..? Zaten sağlık komitesinin en zayıf üyesiydi.)
Anghel: Coo! Cooo! (Sonunda ortaya çıktın Wallenstein!! Seninle dövüşeceğim!!)
Nageki: ...Coo. Coo. (Bu hikayeyi daha fazla okumayacağım...)


Bölüm Özetleri (Moa Hato tumblr'dan)


1: Prolog

O, Wallenstein'a karşı verilecek olan savaşın geldiğini görüyor.

Anghel düşen meleğin efsanesi hakkında bir hikaye anlatıyor.


2: Başlangıç

Ryouta ve Sakuya her zamanki gibi okula geliyorlar. Ama garip bir dünyada olduklarının farkına varıyorlar. Kazuaki onlara St. Pigeonations'ın RPG dünyasının yeraltı dünyası ya da cehennemi gibi bilinmeyen bir yerde oluğunu söylüyor. Hep birlikte bir çözüm yolu aramaya koyuluyorlar.

3: Muhteşem Güvercin

Okosan aceleyle Ryouta ve Sakuya'nın yanına geliyor. Sakuya'ya mükemmel bir çağırıcı olabilmesi için kendisini yenmesi gerektiğini söylüyor. Çatışmadan sonra Okosan, yani muhteşem güvercin Sakuya'nın uşağı oluyor.

4: Yasak Ritüel

Ryouta Anghel'i kütüphanede garip bir ritüel yaparken buluyor. Nageki Ryouta'ya bu garip olayların Anghel'in ritüeli yüzünden olduğunu söylüyor. Anghel Ryouta'ya Wallenstein'a karşı olan savaşa hazır olmasını söyleyip ortadan kayboluyor.

5: Acılı Ağlama

Sakuya Shuu'dan tavsiye almak için reviri ziyaret ediyor. Sonra dışarıdan Yuuya geliyor. Garip araziyi araştırmış ve kediler tarafından saldırıya uğramış.

Shuu Sakuya'ya Anghel'ın özel bir gücü olduğunu ve bu olayların nedeninin o olduğunu anlatıyor. (Anghel'ın rotasını oynadıysanız bunu kesinlikle biliyorsunuzdur!)

6: Kabusların Bilgesi

Ryouta ve Sakuya Kazuaki'ye rapor vermeye gidiyorlar. Kazuaki Anghel'ı durdurmak için düşen melek efsanesinin birer karakteri olmalarını öneriyor. Tüm hikayeler eninde sonunda sona erecek.

7: Birleşme

Ryouta Nageki sayesinde Anghel'a nasıl sesleneceğini öğreniyor. Yalnızca heybetli cümleler kuruyor. Anghel geliyor ve sonrasında ise Wallenstein'ı yenme zamanı.

8: Boşluğun Sonuna Doğru

Anghel olan bitenleri özetliyor.

9: Düşen Gül

Revire dönmeden önce Kabusların Yelpazekuyruğu (beyni yıkanmış Yuuya) Anghel'ın önünü kesiyor. Yuuya sadece bir köle. Sakuya özel büyüsünü, Aziz Canavar Mükemmel Güvercin tekniğini kullanarak onunla savaşıyor ve yenilgiye uğratıyor.

10: İnanılmaz Revir


Ryouta ve Anghel Wallenstein'ın içinde beklediği revire ulaşıyorlar. Ryouta Wallenstein'ın aslında Shuu olduğunu öğreniyor. Wallenstein Anghel'a okulun bahçesine çıkmayı teklif ediyor. Bu işe bir son verelim artık!

11: Dünyaların Sonu

Son çatışma Anghel (Ryouta'yla birlikte) ve Wallenstein arasında. Anghel şeytani kekliği yenmenin zor olduğunu hissediyor fakat yine de Ryouta'yla birlikte onu yeniyor. Fakat Wallenstein Anghel'ın kanlı göğsüne Himnesia'nın gücünü çizmeye başlıyor. Eğer Himnesia uyanırsa tüm dünyaları yok edecek.

Ryouta Anghel'ı ittirip bilincini kaybetmesine sebep oluyor. Şeytani dünya yok oluyor ve Wallenstein yok olup Shuu geri dönüyor.

12: Epilog

Ryouta huzurlu günlerine geri dönüyor.

Diğer tarafta Shuu (Wallenstein'ın) neler yaptığını hatırlayamıyor. Kazuaki Shuu'ya Anghel ve Wallenstein'ın çatışmasının videosunu ve fotoğraflarını çektiğini söylüyor.

"İzlemek ister miydin?"

"Asla."

Yume Nikki Bölüm 8 : Kar Fırtınası

Bir kez daha rüyaya dalıyorsun.

Bu defa yine odanın kapısının ardından karanlık yayılıyor. Ve orada, doğal olmayan o boşlukta, kapılar art arda dizilmiş. Ne yaparsan yap rüyalarında hep aynı yere geliyorsun. Burayı zaten biliyorsun ama biliyor olman seni güvende hissettirmiyor. Kapılardan birini hafifçe açıp içeriye göz atıyorsun. Derhal korkunç bir çeşit atmosfer sezip geriye düşüyorsun. Bunu bir süre daha tekrarlıyorsun.

Bu gezintiye belli bir kapıya ilgi duyana dek devam ediyorsun. Bu, özel olmayan ve oldukça düz renkli bir kapı. Düşmanca bir titreşimden çok bir peri masalından çıkmış gibi hissettiriyor. Büyük bir ilgiyle ona bakarak kapıyı yavaşça itip açıyor ve diğer tarafa geçiyorsun.
Ve seni orada bekleyen devasa bir kar fırtınası.

Gözünün görebildiği kadarıyla burası, kirlenmemiş bir karlı alan. Karla kaplı bu alan yine oldukça geniş bir yer. Ama diğer iç karartıcı ve kanlı manzaraların aksine bu kapının ardında kara yansıyan ışık, her şeyi huzurlu ve mutlu kılıyor. Bundan dolayı için rahatlıyor ve yürümeye başlıyorsun.

Rüzgar karın üzerinde izler bırakıyor. Sevdiğin kırmızı şemsiyeni açıp karın seni kör etmesine engel oluyor ve yürümeye devam ediyorsun. Garip bir şekilde hiç üşümüyor ve hafif adımlarla yürüyorsun. Acaba soğuğu yahut sıcağı hissedememenin nedeni rüya oluşundan mı? Kendini ısıtmaya gerek yokmuş gibi görünüyor.

Tıpkı bir kar tavşanı gibi zıplayarak ilerliyorsun. Bazen kartopu yapmak için eğiliyor ve onu amaçsızca fırlatıyorsun. Dengeni kaybedip sırt üstü düşüyor ve karla kaplanıyorsun fakat umurunda değil çünkü eğleniyorsun. Bir ağacın dalları birbirine çarpıp dalgalanıyor ve üzerlerindeki kar düşüp komple üzerini kaplayıp seni bir kardan adam gibi gösteriyor. Ama küçük bir çocuk gibi sen, daha da heyecanlanıyorsun. Tıpkı bahçede koşan mutlu bir köpek gibi. Kar her şeyi daha da parlak gösteriyor. Nedense çok gerçek dışı hissettiriyor, tüm o kirli ve çirkin şeyler karla örtülmüş gibi... Cennetten düşmüş devasa bir oyun parkı.

Kar hoş ve eğlenceli görünebilir fakat gerçeklikten uzak hiçbir yanı yok. Dante'nin İlahî Komedyası'nda bu, sıcaklığı çalan, hayatı soyan, tarlaları mahveden ve her şeyi öldüren bir şeydir. Kış ölümle bağlantılıdır ve bir açıdan uykuyla derin bir anlam paylaşır. İşte bu yüzden saf ve çekici olduğunu düşündüğün, ayak basılmamış bu güzel manzarayı mümkün olduğunca çabuk terk etmelisin. Kalın karla kaplı bu zemin, kesinlikle görmek istemeyeceğin şeyleri saklıyor. Sen fark etmiyorsun ama vücudundaki sıcaklığı çalıp kemiriyor, yani seni dondurmaya başlıyor. Bu açıkça ortada fakat sen yeniden bir çocuğa dönüşmüş gibisin. Bu tehlikeli fırtınada neşe dolu yürüyüşüne devam ediyorsun.

Çok geçmeden bu belirsiz manzaranın içinde sıra dışı bir şeyle karşılaşıyorsun. Buzdan yapılmış küçük bir mağara... diğer bir deyişle bir iglo. Yakından baktığında küçük, sıkıştırılmış bloklardan yapılmış olduğunu fark ediyorsun.

İnsanların zihinlerinde hayal edebileceğinden de çok şey vardır. O şeyler, kutulara saklanmıştır ve beyninin derinliklerinde beklemektedir. Değerli bir paketleme ve üzerinde "En iyi dileklerimle." yazısıyla gelir. Ama onu istediğin zaman açabilirsin. Tıpkı kristalleşen anılar gibi bu iglolar önemli birikimleri koruyor gibiler. Hepsi de sıcak fakat küçükler, hazine sandıkları gibi.  Kendini tipiden korumak adına içlerinden birinin girişinde duraksıyorsun. Şemsiyeni indirip bu bilinçliliğin içine giriyorsun.

Kibritçi kız gibi merakla ertafını incelemeye başlıyor ve rahatlayıp kendini mutlu anıların içine bırakıyorsun. Ama tabi ki farkında değilsin. Tıpkı küçük bir kız çocuğu gibi tamamen oyunlarına kapılıp gitmişsin. Bir hayvanın yavrusu gibi yere düşüyor, orada yuvarlanıyorsun. Saklanıyorsun. Kızağın üzerinde kayıyorsun. Etrafındaki her şey kendi ışığıyla parlıyor, çiçek açan bir bahçe gibi. En nazik ve mutlu gülümsemeni gösteriyorsun. Ellerinde bir sıcaklık. Senin gösterdiğin güven duygusu bu.

Ama bunlar sadece uzak bir geçmişin anıları. Tıpkı eline düşen bir kar tanesi gibi anılara yaklaştıkça eriyip uzaklaşıyorlar.

Birden soğuğun farkına varmışsın da yeni bir sıcaklık arıyormuşsun gibi diğer igloya gidiyorsun. Tüm o değerli ve nostaljik anıları hatırlayarak bunu tekrarlıyorsun. İlgisizce bir sonraki igloya giriyor fakat girişte duraksıyorsun.
İçeride bir kız var.

Bir rüyada başka birini bulmak gerçekten garip. Böyle bir şey olduğunda bu, ya anılarının bir gölgesidir  ya da bir düşüncenin soyutlamasıdır. Buradaki hangisiydi acaba? Bacaklarını karnına çekmiş halde yerde oturan kız mışıl mışıl uyuyora benziyor. Aniden yanına yürüyorsun fakat tepki göstermiyor. Sanki tamamen kendi içine gömülmüş gibi. Hazine gibi bir şeyi korumaya çalışıyormuş gibi. Bu kız sana benziyor. Ama daha genç sanki. Senin küçük bir versiyonun gibi. Masum sen, saf karın içinde oynayıp burada uyuyakalmış gibi. Mutlu çocukluk anılarında hapsolmuş. Uykusunda kilitlenip kalmış.

Soğuk bir gecede insan istemsizce sobaya yahut ocağa yaklaşır ya, işte sen de aniden soğuk bedenini ısıtmak istiyormuşçasına yanındaki kız gibi bir fetüs misali kıvrılıyorsun.

Dur. Onu uyandırmamalısın. Eğer uyanırsa gerçek dünyayla yüzleşmek zorunda kalacak. Yaşamaya devam edemeyecek. Acı şeyler, üzücü ve kederli anılar vücudunu kıyıp bir kan gölüne dönüştürecek. Ama burada uyukladığı sürece mutlu ve rahat anılarında kalabilir, küçük bir çocuk olarak kalabilir...
Böylesi daha iyi. Elinle yavaşça kızın omzunu sallıyorsun.

Fakat aniden bir şeyin varlığını hissetmişsin gibi arkanı dönüyorsun. İglonun girişinde, karlı manzarayla çevrelenmiş biri var.

Küçük bir kadın bu. Eline sığabilecek kadar küçük. Japonların cenazede ölüye giydirdikleri saf beyaz bir kimono giymiş. Gizemli mavi saçları onun bir insan olmadığını açıkça gösteriyor. Bebek evinin oyuncak bebeklerinden biri gibi görünüyor.

Kafanı tereddütle hafifçe sallayıp ona doğru yaklaşıyorsun. O sürreal periyi yakalamaya çalışıyormuşsun gibi yavaşça elini ona uzatıyorsun. Ama mavi saçlı bebek parmaklarından kolayca kurtulup kaçmaya başlıyor, senden korkmuş gibi. Onu kovalamaya başlıyorsun. Fırtınanın ortasında iki elinle uzanıp hızlı kaçamayan bebeği yakalıyor ve onu kucaklayıp göğsüne bastırıyorsun.

Bebek sana direnmiyor. Ve sen de onu bırakmayacaksın tıpkı küçük bir çocuğun kendi kokusu sinmiş battaniyesini bırakamaması gibi. Yetişkin olsalar dahi onu kilere koyar ve asla atmazlar. Ve birileri aldırış etmeden yenisini alıp eskisini atarsa üzgün hissederler. Bebek, arkadaşlar için duyulan sevgi ve şefkatin saf duygularının kristalize edilmiş hali gibiydi ve eğlenceli anılarını çağrıştırmıştı.
Sen de hepsini kucaklıyordun.


Onu kovalarken epey yol tepmiş olmalısın ki iglolar artık ortalıkta görünmüyorlar. Yıpranmış, beyaz nefesin yorgunluğunu onaylıyor. Avucunun içindeki bebek yavaşça ufalanıyor. Erkeğinin aşkını hissettikten sonra eriyip giden Kar Kadın gibi. Koşarken ısınan bedeninin sıcaklığı onu suya dönüştürmüş gibi. Seni rahatlatıyor. Kaybolsa bile arkasında önemli bir şey bırakıyor bebek... Sana cesaret veren ve seni canlandıran bir şey. Değerli küçük arkadaşından kalanları kucaklıyorsun.