Shinra'nın babası birçok insandan farklıydı ve ne olduğunu anlayamadığı garip yaratıklardan korkmaz, aksine onlarla anlaşmaya çalışırdı. Ve bu inceleme olayı bile bulgularını tıbbi alanda göstermek için değil tamamen "yeni bir tür"e olan merakını törpülemek içindi. Sonradan Celty geri dönmekte olan güçlerinin en etkileyici olanları olduğunu duymuştu ondan.Daha inceleme bitmeden yaraları iyileşmeye başlamıştı bile.
Fakat Celty'nin bunun nasıl olduğuyla ilgili pek bir fikri yoktu.
En kötü tarafı da incelemeden dolayı geçirdiği travmaydı. Bir doz anestezik verilmişti fakat insanlara verilen bu maddenin onun üzerinde hiçbir etkisi yoktu. Canlı canlı kesilip açılmanın acısını keskin bir biçimde hissetmişti. Kolları ve bacakları çırpınmasın diye kelepçelenmişti. Daha sonra incelemenin ortasında bir yerde bayılmıştı.Ama uyandığında hafızasının daha da belirsizleştiğini fark etmişti.
"Görünüşe göre acıyı hissedebiliyorsun fakat hissiyatın bir insanınki kadar keskin değil. Normal bir insan olsa acıdan deliye dönerdi."
Shinra'nın babası operasyon bittikten sonra söylemişti bunu. Belirsiz hafızasından mıdır bilinmez, Celty ona sinirlenecek gücü kendinden bulamamıştı.
Bir araba tarafından yere serilmiş olsa bile ayağa kalkabilecek kadar güçlü olduğunu hatırlattı kendine. Ve bu düşüncelerin ortasında dönüp Shinra'ya baktı.
O gün Shinra'nın babası Celty'i incelerken Shinra'nın bir köşede durup izlemesine izin vermişti. Neredeyse beş yaşında bir çocuğun neşter tutmasına ve bir insanın vücudunu andıran o bedeni kesip açmasına bile izin vermişti.
Ve o günden beri Celty, böyle bir babaya sahipken Shinra'nın doğru dürüst bir yetişkin olamayacağını düşünmüştü. Ve düşündüğü gibi de olmuştu.
Yirmi dört yaşındaki Shinra, kendini bir "yeraltı doktoru" olarak tanıtıyor ve silah yaralanmalarından, kimsenin cesaret edemediği plastik cerrahiye kadar bir takım alışılmadık operasyonlara karışıyordu. Ve yaşına göre (yasalara göre bir cerrah olmak için fazla gençti) oldukça yetenekli olduğundan hastaları tarafından güvenilir biriydi. Fakat bu yalnızca Celty'e anlatılanlardı. Yine de buna güvenemezdi.
Normalde tıp yahut cerrahi üzerine çalışmak istediğinde bir lisansı olsa bile yanında tecrübe edinebilmesi için kendisinden daha deneyimli bir doktorun ona yol göstermesi gerekirdi. Fakat Celty'nin bildiği kadarıyla Shinra, gençliğinden beri babasının yasal olmayan asistanlığını yapıyordu ve bu tür kuralları aşalı epey zaman olmuştu.
Babasının oğluydu işte.
Shinra liseden mezun olduktan sonra bile ne olacağı hakkında en ufak bir tereddüt bile etmemişti.
Ve böyle biri, zahmetli bir iş gününün ardından eve gelen birine böyle bir soru soruyordu.
"Canımı sıkıyorsun."
Bu asidik imayı belirttikten sonra Celty, "gece işi" sırasında olanları yeniden gözden geçirdi. Kelimeler bilgisayarın ekranında hiç bitmeyecekmişçesine akıyordu.
Bugünün işi biraz farklıydı. Shinra'nın ansızın gecenin bir yarısı ortaya attığı bir işti.
İşin aslı, Ikebukuro'nun gençleri tarafından kurulmuş gruplardan birinin bir üyesinin kaçırılmasıydı. Olayla polisin ilgilenmesi planlanmıştı fakat onları aşacağını düşündüklerinden midir bilinmez, mesaj doğrudan Celty'nin telefonuna iletilmişti.
Elemanlar karanlık bir organizasyonun astının astının astıydılar ve kaçırmak üzere görevlendirilmişlerdi. İşlerinin amacı açıkça kaçak gençleri ve yasa dışı göçmenleri kaçırıp üstlerine teslim etmekti. Fakat kimsenin asıl amaçlarının ne olduğu hakkında bir fikri yoktu. Büyük ihtimalle kaçırdıkları insanları çeşitli işlerde birer eşya olarak kullanacaklardı.
Muhtemelen amaç, bir çeşit insan deneyi için onları üstlerinin üstlerinin üstlerine teslim etmekti. Ya da üstlerinin üstlerinin üstleri onları bir çeşit takas için bir araya toplamak istiyor yahut üstünün şirketi onları para karşılığı satmak ya da düşük maaşla çalıştırmak istiyordu.
Amaç ne olursa olsun, yasa dışı göçmenlerin olduğu grubun ortadan kaybolduğu gerçeği barizdi. Yasa dışı göçmen oluşları ayrı bir mevzuydu fakat ne yüzü ne de varlığı var sayılan Celty bu işi kabul etmeyi seçmişti.
Kaçıran elemanları bir güzel benzettikten sonra kamyonetin kapısını açmış ve kurbanların güvende olduğundan emin olmuştu. Sonra da Shinra'ya bir e-mail gönderip işini sonlandırmıştı. Shinra muhtemelen olayları bağlayabilmek için o grupla iletişime geçmişti. Bilinicini kaybetmiş olan serserilerdense... bir daha asla haber alamamıştı.
Peki Shinra o serserileri gruba ifşa edip arkadaşlarını, kendilerinin kurtarmasına olanak sağlayabilir miydi? Celty'nin de düşündüğü tam olarak buydu ama Shinra olayı uzatmak istemediğinden bu işi ona vermişti zaten. İki taraf arasında çatışmaya neden olmaktansa bu işi profesyonelce çözmeyi hedeflemişti.
Ve sonuç olarak Celty bir arabanın kurbanı olmuştu. Karşılık olarak da gölgeden devasa orağını kullanıp bir daha asla unutamayacakları bir ders vermiş ve icaplarına bakmıştı.
Celty'nin vücudu devamlı olarak "gölge"nin içine gömülüydü. Gölge kimi zaman bir zırh şeklini alır, kimi zaman da basit bir silaha yahut bisikletçi formasına dönüşürdü.
Gölgenin bir kütlesinin oluşundan bahsetmek bile yeterince garipti fakat aslında oldukça hafifti ve yalnızca filmlerde görebileceğiniz olağanüstü özellikleri vardı. Diğer yandan hafif olduğu için, dönüştüğü silahların ne kadar güçlü olduğu tamamen Celty'nin gücüne bağlıydı.
Ancak söz konusu bir kılıçsa keskinliği kesinlikle gerçeğinden düşük olmazdı. Ağırlığı ölçülemeyecek kadar hafif olsa da, Celty gölgesinin onu yanılttığını asla görmemişti. Celty'nin kılıcını tarif etmesi gerekse asla körelmeyen ve yıpranmayan, bir Japon kılıcıyla aynı boy ve ağırlıkta olan bir kutu kesicisi olduğunu söylerdi.
Gölge, kesici olmayan silahlarda işe yaramazdı ama bir kılıç olarak gücü ölçülemeyecek derecedeydi.
Fakat Celty asla o serserileri kesmek istememişti ve orağını yalnızca boyunlarına birer hamle yaparak korkudan etkisiz halde getirmek için kullanmıştı. Yüzyıllar önce Celty, insanlar arasında korku salmış ve kimi olaylarda insanlarla çatışmış bir yaratıktı ama böyle bir durumda günümüz Japonya'sında dövüşmek ve öldürmek büyük bir eksiydi.
Japonya'da geçirdiği yirmi yıl içinde yalnızca Japonca öğrenmemiş, düşmanlarını öldürmeden yenmek için de kendini eğitmişti. Bunu yapabilmenin en hızlı yolu bir dojoda aikido ve karatede kendini korumayı öğrenmekti ama hiçbir dojo kasklı birilerinin gelip eğitime katılmasına razı olmamıştı. Bu yüzden bu düşünce hemen rafa kaldırılmıştı.
Belki de orağı bir silah olarak sınıflandırmak doğru değildi. Ölüm Meleği tarzı şeylerden dolayı insanların aklında iyi bir izlenim bırakmadığından büyük bir orağın aşırı derecede ölümcül bir silah olduğunu ve kullanımının tabanca, kılıç tarzı silahlardan daha zor olduğunu düşünebilirlerdi.
Ama o zaman neden orak kullanıyordu? Aslında bu Shinra'nın önerisiydi. "Kendini diğerlerine göstermen daha kolay olur." demişti.
En kötü yanıysa az da olsa Celty'nin orağın şeklini sevmeye başlamasıydı. Elinde ne kadar güçlü bir silah olursa olsun yere yığıldığında hiçbir anlamı yoktu. Acı uzun süre önce geçmiş olsa dahi içindeki sıkıntı hafızasının derinliklerinde gezinmeye devam ederdi.
Ölmeden önce yaralarının ne kadar derin olabileceğini merak etmişti. Cevabı bulamamıştı ve böyle bir şeyi yapmaya da niyeti yoktu. Celty tüm bu düşünceleri kendine saklayamazdı, bu yüzden tüm bu düşüncelerini verdiği iş raporuna ekledi.
Ona bir arabanın nasıl çarptığını duyduğunda Shinra sırıttı ve "Zor olmuş olmalı. Yorgunsundur. Ama sana söylemem gereken bir şey var..." dedi.
"Nedir o?"
"Yaptığın işle alakalı bir şey. Kaçıranların yerini bulabilmem tamamiyle Orihara-kun sayesindeydi."
Orihara Izaya, Shinjuku civarlarında yaşayan bir muhbirdi. Her türlü bilgiyi ulaştırabilirdi. Elbette fahiş fiyatlara. Bunun asıl işi olmadığını söyleyen dedikodular dolaşıyordu fakat kimse işin aslını bilmiyordu.
Celty ondan birkaç iş isteği almıştı fakat bu işler arkasında devamlı olarak kötü bir tat bırakıyordu. Yani açıkçası bu kişi insanlara kendisiyle bir işe bulaşmadan önce iki kez düşündürten tarzda bir insandı.
"Neden ona sordun?"
"Aslında bir nedeni yok. Benim hizmetlerimin bir listesini tutuyordu ve ben de karşılık olarak kendisinden biraz bilgi istedim. Bana plaka numarasını verdikten hemen sonra park yerini söyledi."
Bunu duyduktan sonra Celty içten içe dişlerini sıktı. Bu çok garipti. Bir başı olmamasına rağmen dişlerini gıcırdatmanın nasıl bir his olduğunu gayet iyi biliyordu.
Celty bu duyguların vücudun neresinden algılandığını düşünürken Shinra'nın elleri aniden omuzlarını kavradı. Muhtemelen o düşüncelerinin içinde kaybolmuşken odasına gelivermişti.
"Hey, kararını ver artık."
"Ne kararı?"
Ekrandaki kelimeleri okurken Shinra gülmeden edemedi.
"Ne düşündüğümü biliyorsun."
Celty'nin cevabını yazmasına fırsat bırakmadan konuşmaya devam etti.
"Sen olağanüstü bir varlıksın. Ama açık konuşmak gerekirse böyle devam edersen hayaline ulaşma ihtimalin korkarım ki giderek uzaklaşacak."
"Ne diyorsun sen ya?"
"O zaman şöyle söyleyeyim. Pes-et."
Klavye tıkırtıları sustu ve odayı garip bir sessizlik kapladı.
"Başını aramayı bırak. İkimiz birlikte bir yerlere gidelim. Neresi olursa. Eve gitmek istersen memnuniyetle götürürüm. Seninle gelir ve birlikte sonsuza dek--"
Shinra ne zaman süslü kelimeler kullanmayı bıraksa ciddileştiğinin işaretlerini verirdi.
"Daha önce de dediğim gibi, pes etmeye niyetim yok."
"Uzun zaman önce başsız yaratıkların başlarını aradıklarıyla ilgili hikayeler ve efsaneler duydum ve senin gibi başkalarının da olabileceğini düşündüm. Tıpkı Hayalet Süvari filmindeki gibi on sekizinci yüzyılda yaşayan senin gibi birileri vardır mutlaka. Bu sen de olabilirsin elbet."
Shinra'nın gevelediği onca şeyden sonra Celty sabırla cevap verdi.
"Bence sinir bozucu okul öğretmenlerini kaçırmaktan başka yapacak daha iyi işlerim olmalı."
"Ama sen sadece romanını okudun..."
Celty omuzlarındaki elleri ittirirken hışımla yazmaya başladı.
"Senden nefret etmiyorum fakat bu şekilde hayatımdan mutluyum."
Bu ilgisiz cevabını gördükten sonra Shinra hafifçe iç geçirdi ve mırıldandı.
"Öyle olsa bile en azından biraz daha "kadınsı" davranabilirsin..."
O an geçici bir boşluk oldu ve aralarındaki hava sıcak ile soğuk arasındaki tezatlık misali bir duvar oluşturdu.
"Yeter. Gidip duş alacağım."
Buhar dolu banyoda Celty tek başına banyo yapıyordu. Dolgun göğüsler, gergin bir bel-- vücudu bir modelinki gibiydi. Başı yoktu sadece.
Celty duş jelinden parmaklarına damlatıp ipek misali pürüssüz cildinde gezdirirken aynadaki yansımasına takıldı.
Vücudunu sabunlayan başsız bir kız.
Kendisine gayet normal gözükse de oldukça garip bir görüntüydü.
İrlanda'dayken hiç ama hiç banyo yapmamıştı. Japonya'ya gelince bu olay bir alışkanlık halini almıştı. Kir, ter ya da pislik vücudunda birikmiyordu aslında... ama duş almanın kirleri vücudundan uzaklaştırdığı ve arındırdığı düşüncesi Celty'i duşsuz yaşayamaz hale getirmişti.
--Belki de bu... insanların ve benim aynı değerlere sahip olduğumuzu gösteriyordur.
Açıkçası, başsız sürücü olarak Celty, kendi değerlerinin insanlarınkine ne kadar benzediğini hep merak etmişti. Japonya'ya ilk geldiğinde bir çok şey ona yabancı gelmişti ama şimdi Japon kültürünün epey bir etkisi altındaydı.
Son zamanlarda Shinra'ya karşı bir çeşit ilgi besliyordu. Bir kadının bir erkeğe beslediği tarzdan. İlk başta ne olduğunu anlayamamıştı fakat zamanla yavaş yavaş farkına varmıştı.
--Ah... aşık olmak bu olsa gerek.
Ama öyle olsa bile bu onun olgun bir bayana dönüştüğünü göstermezdi. Böyle şeyler hayatında büyük izler bırakmazdı.
Fakat ne zaman televizyon izlerken aynı yerlere gülseler daha da mutlu hissediyordu.
--İnsanlarla aynı değerleri paylaşıyorum. Tıpkı insanlarınki gibi bir kalbim var ve hisler aracılığıyla insanlarla etkileşebilirim.--
İşte buydu.
Sonunda neye inandığını bulmuştu.