2015/10/29

Kokou No Hito (Manga Çevirisi)


Yazar & Çizer: Sakamoto Shinichi
Tür: Dram, Spor, Psikolojik, Seinen
Bölüm Sayısı: 17 Cilt / 170 Bölüm
Manga Durumu: Tamamlandı

Konu
Manga, Mori Buntarou adındaki hayattan pek beklentisi olmayan ilk bölümde yeni bir okula transfer olduğunu öğrendiğimiz lise son sınıf öğrencisi hakkında. Mori hayatındaki her şeyi sıkıcı bulmaktadır ve hiçbir şey onun ilgisini çekecek kadar etkileyici gelmemektedir fakat yeni transfer olduğu okuldaki ilk gününde okulun belalı öğrencisi Miyamoto tarafından kışkırtılarak okulun çatısına tırmanmaya teşvik edilir, Miyamoto eğer çatıya tırmanabilirse onu rahatsız etmeyeceğini söyler, Mori bir an önce Miyamoto ve onun rahatsız edici tavırlarından kurtulmak için bu teklifi kabul ederek tırmanmaya başlar, böylece hayattaki amacını bulma yolunda da ilk adımını atmış olur. Bu yolda ona yardımcı olan kişi ise okulun beden eğitimi öğretmeni olan ve aynı zamanda eski bir tırmanıcı olan Oonishi’dir.

Kokou No Hito, 90. bölümden itibaren Osoisubs & bakashuu-translations ortak çalışmasıdır. 

2015/10/27

Güncelleme #15 : Uyku~

Merhaba millet. Nasılsınız?
Ben çok iyiyim mesela. Uykusuzluktan geberiyorum.
Hiç deli saçması kabuslar yüzünden haftalarca uyuyamadığınız oldu mu? Gerçekle rüyayı ayırt edemediğiniz? Dikkatinizi yerinde sandığınız halde aslında ayakta uyuduğunuzu fark ettiğiniz?
Ah her neyse. Geç güncelleme için kusura bakmayınız. Önümüzdeki hafta daha seri olacağından emin olabilirsiniz. Malum tatil.

Bir de Durarara!! light novel'a ileride ara vermek durumunda kalacağım. 4. ya da 5. bölümden sonra. Küçük bir Yume Nikki'ye geçiş olacak. Eksik bölümler çevrildikten sonra DRRR'ya geri dönüş yapacağım. Sonra muhtemelen birinci cilt bitene kadar çevirmeye devam edeceğim. Bunun yanında A Simple Thinking About Blood Types bittiğinde Horror Mansion'a devam edilecek. Korku Malikanesi için biraz uzun bir ara oldu bu. Böyle havalarda iyi gider~

Şimdilik bu kadar. Kendinize iyi bakın.



Durarara!! Light Novel Bölüm 4 - Şehirde Tipik Bir Gün / Gündüz (Kısım 1)

Raira Akademisi, İkebukuro'nun güneyinde karma eğitimli bir özel liseydi.

Çok büyük bir okul değildi fakat stratejik tasarımı sayesinde sınırlı alanda yapılabilecek en iyi yapı inşa edilmiş ve öğrenciler okulun küçüklüğünden asla şikayet etmemişti. Ayrıca okul İkebukuro İstasyonuna yakın olduğundan, şehrin kenar mahallelerinde yaşayan çocuklar için oldukça elverişliydi. Durum böyle olunca okulun giriş sınavına çalışan öğrencilerin sayısı da artmıştı. Ve okula kayıt yaptıran sayısı yıllara göre arttıkça okula girebilmek zorlaştığından Mikado ve diğerlerinin tam zamanında gelmiş olduğu söylenebilirdi.

Büyük okul binası öğrencilere muazzam bir manzara sunuyordu fakat bu manzara, önlerinde yükselen altı katlı binanın gölgesinde kalmış gibiydi. Ve arkalarında da şehrin kalbine yerleşmiş kasvetli ve devasa Zoshigaya Mezarlığı vardı.

Okulun açılış seremonisi sona erdikten sonra Mikado ve Masaomi tipik bir sınıf tanışması için sırayla sınıflarına girdiler.

"İsmim Ryuugamine Mikado. Tanıştığımıza memnun oldum."

Öğrenciler kendilerini tanıtırlarken Mikado durmadan insanların kendi ismiyle dalga geçmesinden dolayı endişe duymuştu ama ismini söyledikten sonra bile kimsenin umurunda değilmiş gibi görünüyordu. Mikado'yla yaşıt olan bu gençler insanların isimleriyle pek ilgilenmiyor gibiydi.

Aksine Mikado diğerlerine karşı oldukça meraklıydı ve her birini dikkatle dinlemişti. Kimisi kendilerini tanıtırken birkaç espri patlatmış, kimisi ismini söyler söylemez sırasına oturmuş, kimisi ise sıralarında uyuyakalmıştı. Ancak bunca insanın arasında ilgisini tek çeken, Sonohara Anri adında sevimli bir kız olmuştu. Diğer kızlardan daha tatlıydı, gözlüklüydü ve açık tenliydi. Ama etrafındakilere itici bir titreşim yayıyor ve kendisine yaklaşanları itiyordu. Zor birine benziyordu.

"İsmim Sonohara Anri."

Sesi yumuşak ve neredeyse fısıltı şeklindeydi fakat Mikado'nun kulaklarında birer çan gibi çınlamıştı. Mikado'nun üzerinde bıraktığı aurası, bundan fazlası varmış gibi hissettirmişti. Onun dışında herkes "sıradan liseli öğrenciler" olarak nitelendirilebilirdi. Kimse modellere ya da serseri çocuklara benzemiyordu.

Ayrıca, dikkatini çeken bir diğer şey ise sınıfta birinin olmadığını öğrendiğinde Sonohara'nın gösterdiği ilgiydi. Harima Mika adında bir kızdı. Mikado hastalık ya da onun gibi bir nedenden dolayı gelmediğini düşündüyse de bu nedeni çabucak bir kenara attı.

Öğretmen onun olmayışından bahsettiğinde Mikado, Sonohara'nın kafasını çevirip boş sıraya baktığını ve yüzünde üzgün bir ifadenin oluştuğunu fark etmişti.

Dersler sona erdi ve Mikado hemen yan sınıfta olan Masaomi'yle buluştu.

Masaomi'nin küpeleri oldukça gösterişli duruyordu fakat kalabalıkta pek de sırıtmıyorlardı. Ya da belki de okul, öğrencilere istedikleri gibi giyinmelerine izin verdiği için garip davranan Mikado'ydu. Bugün okulun açılış günü olduğu için okul ceketlerini giymişlerdi ama bu haldeyken bile aynı okulun öğrencileri olduklarını söylemek çok zordu.

"Ah, geçen günümü taşınmana yardım edip modemini kurmakla harcadım. Bugün de seni eğlenceli bir yerlere götüreceğim. Bana gerçekten borçlusun."

Mikado'nun, Masaomi'nin teklifini reddetmek için herhangi bir sebebi yoktu. Bu yüzden itaatkar bir şekilde onu takip etti. Henüz öğrencilerin katılması için oraya buraya çekiştirildikleri klüp tanıtımlarının zamanı gelmediğinden, okuldan kolaylıkla ayrılabilmişlerdi.

Okuldan ayrıldıktan sonra dönüp Sunshine City-60'a baktılar ve şehrin içlerine doğru karıştılar.

Mikado'ya göre İkebukuro olağanüstü bir yerdi. Yalnızca bir cadde tarafından ayrılmış aynı boyutta iki büyük yol birbirinden oldukça farklı yerlermiş gibi görünüyordu. Her yolun kendi içinde özgün arka planlara sahip oluşu Mikado'nun kafasını aşırı derecede karıştırıyor ve yeni, yabancı bir caddeye her gelişinde kayboluyordu.

"Gitmek istediğin bir yer var mı?"

"Şey, düşünüyorum da... kitapçılar nerede?"

Mikado bunu 60-Storey Caddesi civarında bir kıyafet dükkanının önündelerken merak etmişti. Masaomi bir süre düşündü ve cevap verdi.

"Hm, kitapçı ha? O zaman Junkudo'ya gitmelisin. Hemen buralarda bir yerlerde... Ne çeşit bir kitap almak istiyorsun?"

"Uh... Evde zaman geçirmek için birkaç manga belki..."

Mikado'nun cevabı üzerine Masaomi yavaşça öne doğru adım attı.

"Öyleyse arka tarafta harika manga koleksiyonları olan dükkana gidelim!"

Masaomi oyun merkezinin olduğu yol ayrımına doğru yürüdü ve sağa dönüp 60-Storey Caddesi'nden tamamen farklı olan yabancı bir caddeye girdi. Ve Mikado kaybolacaklarını düşündü yine.

İstasyondan evine doğru yürümek bile Mikado için oldukça zordu ve olur da aniden bir sokağa yanlışlıkla girerse tek başına çıkamayacağından korkuyordu.

"Doujinshi de satıyorlar."

Nette bu kadar çok dolaşmasına rağmen Doujinshiler hakkında hiçbir bilgisi olmayan Mikado, daha önce bunlardan hiç satın almamıştı. Ortaokuldayken birkaç kız arkadaşının, hakkında heyecanlı heyecanlı konuştuğunu hatırlıyordu. Ve internetten edindiği bir bilgiye göre doujinshilerin çoğu +18 içerikliydi.

"O zaman... o zaman hala gitmemde izin var mı? Kovulmam değil mi?"

"Ha?"

Masaomi hala Mikado'nun az önce söylediği mantıksız ve gülünç şey üzerinde kafa yorarken birileri arkalarından onlara seslendi.

"Kida-kun değil mi bu?"

"Hyayaya uzun zaman oldu."

"Ah~ Karisawa-san ve Yumasaki-san! Uzun zaman oldu!"

Mikado döndü ve kızlı erkekli bir çift gördü. Bütün gün gezip tozdukları belli oluyordu fakat ona rağmen capcanlı görünüyorlardı. Erkek olanın keskin bakışları vardı ve oldukça zayıftı. Arkasında ağır gibi görünen bir dağcı çantası taşıyordu. Ama kıyafetlerine bakınca hiç de kamp yapmaya gidermiş gibi görünmüyordu.

Mikado onu incelerken kız Kida'ya döndü ve sordu: "...Arkadaşın mı?"

"Ah~ bu benim çocukluk arkadaşım ve bugünden itibaren de lise arkadaşım."

"Oh, demek bugün liseye başladın! Tebrikler!"

İkisi bu konu dışı muhabbetlerini bitirdikten sonra Masaomi ikisini Mikado'ya tanıttı.

"Kız olan Karisawa-san ve yanındaki çocuk da Yumasaki-san."

"...Ah, şey, ben... Ben Ryuugamine Mikado."

Mikado'nun ismini duyunca Yumasaki denen çocuk başını bir yana eğdi. O kadar garip bir andı ki Mikado birden tedirgin hissetmişti. Fakat sonra bir nedenden dolayı Yumasaki döndü ve Karisawa'ya sordu: "Mahlas falan mı bu?"

"Neden bir lise öğrencisi mahlas kullansın ki? Ah...aha! Radyo programlarında ya da dergilerde falan kullanıyorsun değil mi?"

"Ah... şey... aslında... bu benim gerçek ismim..."

Mikado neredeyse fısıltıyla yanlış anlamayı düzelmiş ve kendisine meraklı gözlerle bakılmasına sebep olmuştu.

"Gerçekten mi? Gerçekten gerçek ismin mi!?"

"Hyayaya bu harika! Çok havalı! Hyayaya, tıpkı bir manganın ana karakterinin ismi gibi!!"

Karisawa ve Yumasaki'nin tepkilerini gördükten sonra--

"Öyle demeyin... çok utanç verici."

"Kida-kun, utanması gereken sen değilsin."

Mikado'nun muhabbetin ana konusu olduğu belliydi fakat kendisi bu konuda herhangi bir şey söylememişti. Ne yapacağını bilememiş ve öylece dikilmişti. Bir süre sonra Yumasaki bir şeylerin ters gittiğini anlamış, cep telefonunu çıkarıp, saate bakmış ve mırıldanmıştı. "Hyayaya sizi meşgul ettiğimiz için üzgünüz. Yapacak bir işiniz var mıydı?"

"Yoo, önemli bir şey yoktu."

Kendileri için bu kadar endişeleneceğini hiç düşünmemişti. Bu yüzden Mikado şaşırmış ve hızlıca başını sallayıp aynı şekilde cevap vermişti.

"Hyayaya, iyi o zaman. Şimdilik gidin ve ihtiyacınızı görün. Gerçekten üzgünüz Kida, sizi burada tuttuğumuz için."

"Biz oyun merkezine gidiyoruz. Siz bir şeyler almaya mı gidiyorsunuz?"

"Evet, manga alacağız."

Kida konuşmayı bitirir bitirmez Yumasaki elini kaldırdı ve omuzlarında salladığı sırt çantasına birkaç kez  vurdu.

"Hyayaya, biz de az önce oradaydık. Dengeki Bunko daha yeni birkaç kitap çıkarmış. Biz de bir sürü aldık geldik. Toplamda otuz tane falan."

Mikado, Dengeki Bunko'yu daha önce duymuştu. Dengeki Bunko genelde light novel yayınlıyordu ve yanlış hatırlamıyorsa birkaç Hollywood yapımı filmin romanının çevirisini de yayınlamıştı. Mikado ortaokuldayken birkaç tanesini almıştı ama onunkiler bile otuza yetişememişti.

"Dengeki Bunko bir ayda o kadar çok kitap çıkarıyor mu?"

Mikado'nun sorusuna karşılık Karisawa güldü ve cevap verdi: "Tabi ki de hayır! Sadece on tane kadar aldık. Biri benim için, biri onun için, biri geceleri kullanmak için, onar tane her ikimize dağıtırsak otuz ediyor işte."

2015/10/21

Güncelleme #14 : Attention please!


Merhaba millet! Sonunda, SONUNDA buradayım ve bu yazıyı yazmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum. Gecikmekten nefret ediyorum ve her seferinde burada takip edenlerden defalarca özür dilemek durumunda kalıyorum. bence o takip edenler de sıkılıp seni bırakmış olabilir shuu

Her neyse! Bugünkü güncellemeyi sunmadan önce küçük bir duyuru yapacağım. Belki takip edeniniz vardır Osoi Subs, Kokou No Hito adlı mükemmel bir manganın çevirisini yapmaktaydı. Fakat çevirmen bıraktığından dolayı devam edilemiyordu. 


90. bölümden itibaren Kokou No Hito'nun bölümlerini ortak proje adı altında hem Osoi Subs'dan hem de buradan takip edebilirsiniz!! *konfetiler patlar*

Şimdilik bu kadar. Haftaya yeniden görüşmek üzere~




Durarara!! Light Novel Bölüm 3 - Kendi Gözlerinden Başsız Sürücü (Kısım 2)

Shinra'nın babası birçok insandan farklıydı ve ne olduğunu anlayamadığı garip yaratıklardan korkmaz, aksine onlarla anlaşmaya çalışırdı. Ve bu inceleme olayı bile bulgularını tıbbi alanda göstermek için değil tamamen "yeni bir tür"e olan merakını törpülemek içindi. Sonradan Celty geri dönmekte olan güçlerinin en etkileyici olanları olduğunu duymuştu ondan.Daha inceleme bitmeden yaraları iyileşmeye başlamıştı bile.

Fakat Celty'nin bunun nasıl olduğuyla ilgili pek bir fikri yoktu.

En kötü tarafı da incelemeden dolayı geçirdiği travmaydı. Bir doz anestezik verilmişti fakat insanlara verilen bu maddenin onun üzerinde hiçbir etkisi yoktu. Canlı canlı kesilip açılmanın acısını keskin bir biçimde hissetmişti. Kolları ve bacakları çırpınmasın diye kelepçelenmişti. Daha sonra incelemenin ortasında bir yerde bayılmıştı.Ama uyandığında hafızasının daha da belirsizleştiğini fark etmişti.

"Görünüşe göre acıyı hissedebiliyorsun fakat hissiyatın bir insanınki kadar keskin değil. Normal bir insan olsa acıdan deliye dönerdi."

Shinra'nın babası operasyon bittikten sonra söylemişti bunu. Belirsiz hafızasından mıdır bilinmez, Celty ona sinirlenecek gücü kendinden bulamamıştı.

Bir araba tarafından yere serilmiş olsa bile ayağa kalkabilecek kadar güçlü olduğunu hatırlattı kendine. Ve bu düşüncelerin ortasında dönüp Shinra'ya baktı.

O gün Shinra'nın babası Celty'i incelerken Shinra'nın bir köşede durup izlemesine izin vermişti. Neredeyse beş yaşında bir çocuğun neşter tutmasına ve bir insanın vücudunu andıran o bedeni kesip açmasına bile izin vermişti.

Ve o günden beri Celty, böyle bir babaya sahipken Shinra'nın doğru dürüst bir yetişkin olamayacağını düşünmüştü. Ve düşündüğü gibi de olmuştu.

Yirmi dört yaşındaki Shinra, kendini bir "yeraltı doktoru" olarak tanıtıyor ve silah yaralanmalarından, kimsenin cesaret edemediği plastik cerrahiye kadar bir takım alışılmadık operasyonlara karışıyordu. Ve yaşına göre (yasalara göre bir cerrah olmak için fazla gençti) oldukça yetenekli olduğundan hastaları tarafından güvenilir biriydi. Fakat bu yalnızca Celty'e anlatılanlardı. Yine de buna güvenemezdi.

Normalde tıp yahut cerrahi üzerine çalışmak istediğinde bir lisansı olsa bile yanında tecrübe edinebilmesi için kendisinden daha deneyimli bir doktorun ona yol göstermesi gerekirdi. Fakat Celty'nin bildiği kadarıyla Shinra, gençliğinden beri babasının yasal olmayan asistanlığını yapıyordu ve bu tür kuralları aşalı epey zaman olmuştu.

Babasının oğluydu işte.

Shinra liseden mezun olduktan sonra bile ne olacağı hakkında en ufak bir tereddüt bile etmemişti.

Ve böyle biri, zahmetli bir iş gününün ardından eve gelen birine böyle bir soru soruyordu.


"Canımı sıkıyorsun."


Bu asidik imayı belirttikten sonra Celty, "gece işi" sırasında olanları yeniden gözden geçirdi. Kelimeler bilgisayarın ekranında hiç bitmeyecekmişçesine akıyordu.

Bugünün işi biraz farklıydı. Shinra'nın ansızın gecenin bir yarısı ortaya attığı bir işti.

İşin aslı, Ikebukuro'nun gençleri tarafından kurulmuş gruplardan birinin bir üyesinin kaçırılmasıydı. Olayla polisin ilgilenmesi planlanmıştı fakat onları aşacağını düşündüklerinden midir bilinmez, mesaj doğrudan Celty'nin telefonuna iletilmişti. 

Elemanlar karanlık bir organizasyonun astının astının astıydılar ve kaçırmak üzere görevlendirilmişlerdi. İşlerinin amacı açıkça kaçak gençleri ve yasa dışı göçmenleri kaçırıp üstlerine teslim etmekti. Fakat kimsenin asıl amaçlarının ne olduğu hakkında bir fikri yoktu. Büyük ihtimalle kaçırdıkları insanları çeşitli işlerde birer eşya olarak kullanacaklardı.

Muhtemelen amaç, bir çeşit insan deneyi için onları üstlerinin üstlerinin üstlerine teslim etmekti. Ya da üstlerinin üstlerinin üstleri onları bir çeşit takas için bir araya toplamak istiyor yahut üstünün şirketi onları para karşılığı satmak ya da düşük maaşla çalıştırmak istiyordu.

Amaç ne olursa olsun, yasa dışı göçmenlerin olduğu grubun ortadan kaybolduğu gerçeği barizdi. Yasa dışı göçmen oluşları ayrı bir mevzuydu fakat ne yüzü ne de varlığı var sayılan Celty bu işi kabul etmeyi seçmişti.

Kaçıran elemanları bir güzel benzettikten sonra kamyonetin kapısını açmış ve kurbanların güvende olduğundan emin olmuştu. Sonra da Shinra'ya bir e-mail gönderip işini sonlandırmıştı. Shinra muhtemelen olayları bağlayabilmek için o grupla iletişime geçmişti. Bilinicini kaybetmiş olan serserilerdense... bir daha asla haber alamamıştı.

Peki Shinra o serserileri gruba ifşa edip arkadaşlarını, kendilerinin kurtarmasına olanak sağlayabilir miydi? Celty'nin de düşündüğü tam olarak buydu ama Shinra olayı uzatmak istemediğinden bu işi ona vermişti zaten. İki taraf arasında çatışmaya neden olmaktansa bu işi profesyonelce çözmeyi hedeflemişti.

Ve sonuç olarak Celty bir arabanın kurbanı olmuştu. Karşılık olarak da gölgeden devasa orağını kullanıp bir daha asla unutamayacakları bir ders vermiş ve icaplarına bakmıştı.

Celty'nin vücudu devamlı olarak "gölge"nin içine gömülüydü. Gölge kimi zaman bir zırh şeklini alır, kimi zaman da basit bir silaha yahut bisikletçi formasına dönüşürdü.

Gölgenin bir kütlesinin oluşundan bahsetmek bile yeterince garipti  fakat aslında oldukça hafifti ve yalnızca filmlerde görebileceğiniz olağanüstü özellikleri vardı. Diğer yandan hafif olduğu için, dönüştüğü silahların ne kadar güçlü olduğu tamamen Celty'nin gücüne bağlıydı.

Ancak söz konusu bir kılıçsa keskinliği kesinlikle gerçeğinden düşük olmazdı. Ağırlığı ölçülemeyecek kadar hafif olsa da, Celty gölgesinin onu yanılttığını asla görmemişti. Celty'nin kılıcını tarif etmesi gerekse asla körelmeyen ve yıpranmayan, bir Japon kılıcıyla aynı boy ve ağırlıkta olan bir kutu kesicisi olduğunu söylerdi.

Gölge, kesici olmayan silahlarda işe yaramazdı ama bir kılıç olarak gücü ölçülemeyecek derecedeydi.

Fakat Celty asla o serserileri kesmek istememişti ve orağını yalnızca boyunlarına birer hamle yaparak korkudan etkisiz halde getirmek için kullanmıştı. Yüzyıllar önce Celty, insanlar arasında korku salmış ve kimi olaylarda insanlarla çatışmış bir yaratıktı ama böyle bir durumda günümüz Japonya'sında  dövüşmek ve öldürmek büyük bir eksiydi.

Japonya'da geçirdiği yirmi yıl içinde yalnızca Japonca öğrenmemiş, düşmanlarını öldürmeden yenmek için de kendini eğitmişti. Bunu yapabilmenin en hızlı yolu bir dojoda aikido ve karatede kendini korumayı öğrenmekti ama hiçbir dojo kasklı birilerinin gelip eğitime katılmasına razı olmamıştı. Bu yüzden bu düşünce hemen rafa kaldırılmıştı.

Belki de orağı bir silah olarak sınıflandırmak doğru değildi. Ölüm Meleği tarzı şeylerden dolayı insanların aklında iyi bir izlenim bırakmadığından büyük bir orağın aşırı derecede ölümcül bir silah olduğunu ve kullanımının tabanca, kılıç tarzı silahlardan daha zor olduğunu düşünebilirlerdi.

 Ama o zaman neden orak kullanıyordu? Aslında bu Shinra'nın önerisiydi. "Kendini diğerlerine göstermen daha kolay olur." demişti.

En kötü yanıysa az da olsa Celty'nin orağın şeklini sevmeye başlamasıydı. Elinde ne kadar güçlü bir silah olursa olsun yere yığıldığında hiçbir anlamı yoktu. Acı uzun süre önce geçmiş olsa dahi içindeki sıkıntı hafızasının derinliklerinde gezinmeye devam ederdi.

Ölmeden önce yaralarının ne kadar derin olabileceğini merak etmişti. Cevabı bulamamıştı ve böyle bir şeyi yapmaya da niyeti yoktu. Celty tüm bu düşünceleri kendine saklayamazdı, bu yüzden tüm bu düşüncelerini verdiği iş raporuna ekledi.

Ona bir arabanın nasıl çarptığını duyduğunda Shinra sırıttı ve "Zor olmuş olmalı. Yorgunsundur. Ama sana söylemem gereken bir şey var..." dedi.


"Nedir o?"



"Yaptığın işle alakalı bir şey. Kaçıranların yerini bulabilmem tamamiyle Orihara-kun sayesindeydi."

Orihara Izaya, Shinjuku civarlarında yaşayan bir muhbirdi. Her türlü bilgiyi ulaştırabilirdi. Elbette fahiş fiyatlara. Bunun asıl işi olmadığını söyleyen dedikodular dolaşıyordu fakat kimse işin aslını bilmiyordu.

Celty ondan birkaç iş isteği almıştı fakat bu işler arkasında devamlı olarak kötü bir tat bırakıyordu. Yani açıkçası bu kişi insanlara kendisiyle bir işe bulaşmadan önce iki kez düşündürten tarzda bir insandı.


"Neden ona sordun?"


"Aslında bir nedeni yok. Benim hizmetlerimin bir listesini tutuyordu ve ben de karşılık olarak kendisinden biraz bilgi istedim. Bana plaka numarasını verdikten hemen sonra park yerini söyledi."

Bunu duyduktan sonra Celty içten içe dişlerini sıktı. Bu çok garipti. Bir başı olmamasına rağmen dişlerini gıcırdatmanın nasıl bir his olduğunu gayet iyi biliyordu.

Celty bu duyguların vücudun neresinden algılandığını düşünürken Shinra'nın elleri aniden omuzlarını kavradı. Muhtemelen o düşüncelerinin içinde kaybolmuşken odasına gelivermişti.

"Hey, kararını ver artık."


"Ne kararı?"


Ekrandaki kelimeleri okurken Shinra gülmeden edemedi.

"Ne düşündüğümü biliyorsun."

Celty'nin cevabını yazmasına fırsat bırakmadan konuşmaya devam etti.

"Sen olağanüstü bir varlıksın. Ama açık konuşmak gerekirse böyle devam edersen hayaline ulaşma ihtimalin korkarım ki giderek uzaklaşacak."


"Ne diyorsun sen ya?"


"O zaman şöyle söyleyeyim. Pes-et."

Klavye tıkırtıları sustu ve odayı garip bir sessizlik kapladı.

"Başını aramayı bırak. İkimiz birlikte bir yerlere gidelim. Neresi olursa. Eve gitmek istersen memnuniyetle götürürüm. Seninle gelir ve birlikte sonsuza dek--"

Shinra ne zaman süslü kelimeler kullanmayı bıraksa ciddileştiğinin işaretlerini verirdi.



"Daha önce de dediğim gibi, pes etmeye niyetim yok."


"Uzun  zaman önce başsız yaratıkların başlarını aradıklarıyla ilgili hikayeler ve efsaneler duydum ve senin gibi başkalarının da olabileceğini düşündüm. Tıpkı Hayalet Süvari filmindeki gibi on sekizinci yüzyılda yaşayan senin gibi birileri vardır mutlaka. Bu sen de olabilirsin elbet."

Shinra'nın gevelediği onca şeyden sonra Celty sabırla cevap verdi.


"Bence sinir bozucu okul öğretmenlerini kaçırmaktan başka yapacak daha iyi işlerim olmalı."


"Ama sen sadece romanını okudun..."

Celty omuzlarındaki elleri ittirirken hışımla yazmaya başladı.


"Senden nefret etmiyorum fakat bu şekilde hayatımdan mutluyum."


Bu ilgisiz cevabını gördükten sonra Shinra hafifçe iç geçirdi ve mırıldandı.

"Öyle olsa bile en azından biraz daha "kadınsı" davranabilirsin..."

O an geçici bir boşluk oldu ve aralarındaki hava sıcak ile soğuk arasındaki tezatlık misali bir duvar oluşturdu.


"Yeter. Gidip duş alacağım."



Buhar dolu banyoda Celty tek başına banyo yapıyordu. Dolgun göğüsler, gergin bir bel-- vücudu bir modelinki gibiydi. Başı yoktu sadece.

Celty duş jelinden parmaklarına damlatıp ipek misali pürüssüz cildinde gezdirirken aynadaki yansımasına takıldı.

Vücudunu sabunlayan başsız bir kız.

Kendisine gayet normal gözükse de oldukça garip bir görüntüydü.

İrlanda'dayken hiç ama hiç banyo yapmamıştı. Japonya'ya gelince bu olay bir alışkanlık halini almıştı. Kir, ter ya da pislik vücudunda birikmiyordu aslında... ama duş almanın kirleri vücudundan uzaklaştırdığı ve arındırdığı düşüncesi Celty'i duşsuz yaşayamaz hale getirmişti.

--Belki de bu... insanların ve benim aynı değerlere sahip olduğumuzu gösteriyordur.

Açıkçası, başsız sürücü olarak Celty, kendi değerlerinin insanlarınkine ne kadar benzediğini hep merak etmişti. Japonya'ya ilk geldiğinde bir çok şey ona yabancı gelmişti ama şimdi Japon kültürünün epey bir etkisi altındaydı.

Son zamanlarda Shinra'ya karşı bir çeşit ilgi besliyordu. Bir kadının bir erkeğe beslediği tarzdan. İlk başta ne olduğunu anlayamamıştı fakat zamanla yavaş yavaş farkına varmıştı.

--Ah... aşık olmak bu olsa gerek.

Ama öyle olsa bile bu onun olgun bir bayana dönüştüğünü göstermezdi. Böyle şeyler hayatında büyük izler bırakmazdı.

Fakat ne zaman televizyon izlerken aynı yerlere gülseler daha da mutlu hissediyordu.

--İnsanlarla aynı değerleri paylaşıyorum. Tıpkı insanlarınki gibi bir kalbim var ve hisler aracılığıyla insanlarla etkileşebilirim.--

İşte buydu.

Sonunda neye inandığını bulmuştu.

2015/10/14

Güncelleme #13 : Don't blame it on the sunshine~

Yo millet! Yine dolu dolu bir güncellemeyle buralardayım. Biraz geciktim gerçi. Affediniz.
Dersler ciddiyetini kazanınca ilgilenmek de zorlaştı diyebilirim. Ama bölümümün yaptığım işle alakalı oluşu yaptığım çevirilere de olumlu yansıyor bir bakıma. Yani kimse gelip de "N'abıyon lan çeviri mi yapıyon püü inek boş zamanında bile İngilizce çalışıyo" demiyor, diyemez. Ehe.

Haftanın çiçek böceğini sizlere sunmadan önce light novelları takip eden arkadaşlara bir sorum olacak. Yaklaşın bakayım. Heeh.

Şimdi, bir sitede light novelları siteden okuyamadıkları ve pdf dosyası halinde okumak istediklerini belirtenler olmuş. O şekilde hem daha düzenli hem de okuması daha kolay oluyormuş. Siz ne düşünüyorsunuz? Ben de öyle bir şeyler yapmalı mıyım?

Düşüncelerinizi yorum olarak aşağıda belirtebilirsiniz~


Bu arada aylık olarak çevirdiğim .flow doujinshisinin ikinci bölümünü bu güncellemede görebilirsiniz. Gerçekten güzel bir doujinshi olmuş. Ürkütücü olmuş. Tıpkı oyunu gibi. Açıkçası oyunu bitirdiğimde bir türlü etkisini üzerimden atamamıştım. Düşündükçe midem bulanıyor. Ugh. Rpg maker oyunlarına ilginiz varsa durmayın ve indirip oynayın lütfen *-*

Son olarak Gintama Haru Matsuri'ye hız kazandırmaya çalışacağım bu haftadan itibaren. Orada durup duruyor... yalnız bırakmak istemiyorum... *sarılır*

Şimdi buyurun buradan~





Haftaya görüşmek üzere!!

Durarara!! Light Novel Bölüm 3 - Kendi Gözlerinden Başsız Sürücü (Kısım 1)

Ulusal Otoban No. 254 (Kawagoe Otobanı)

-Yetti artık.

Motosiklet otobandan aşağıya doğru yol alıyordu ve siyah motorun sahibi başsız sürücü, gözle görülür şekilde tedirgin görünüyordu.

Bu seferki iş kolay olmuştu. Bir serseriye merhamet göstermenin onun bir arabanın altında kalmasına sebep olacağını kim bilebilirdi ki? Önceden bilseydi belki de onu öldürürdü.

Başsız sürücü bugünkü "iş" performansını düşünürken motorunu yavaşlatmaya başladı.

Lambalar yerine el yardımıyla dar bir yola saptı ve ana yolun kenarında bir apartmanın önünde durdu. Başsız sürücü bir anlığına motosikletini öylece garaja bırakabileceğini düşünmüştü. Fakat şimdi üzerinden inip gitmek yerine motosikletin kolunu şefkatle okşuyordu.

Hemen ardından motosikletin motoru nazikçe gürüldedi ve kendi kendine garaja girdi.

Başsız sürücü biricik motosikletini park alanına girerken izledi ve ardından apartmandan içeriye girdi.

"Yo, yoruldun değil mi?"

Apartmanın en üst katına ayak bastığında, yirmilerinde gibi görünen beyaz laboratuvar önlüklü genç bir adam çıkmıştı koridora kendisini karşılamak için. Laboratuvar önlüğü giyiyordu ama evin içinde herhangi tıbbi bir gereç yoktu. Onca güzel mobilya, ev eşyası ve son teknoloji elektronik eşyaların arasında bu genç adam oldukça garip görünüyordu.

Bisikletçi kıyafeti giyen "gölge" de manzarayla oldukça alakasızdı aslında. Sinirle daireden içeriye girerken takip edildi.

"Tanrım, sinirli görünüyorsun. Olmaz ki böyle. Daha çok kalsiyuma ihtiyacın var."

Beyaz önlüklü adam bunu söyledikten sonra masaüstü bilgisayarına doğru ilerleyip bir sandalye çekti. Bilgisayarın karşısına oturdu ve o sırada birilerinin klavyeye basan parmaklarının sesini duydu.

Bu sesi duymasının hemen ardından bilgisayarının ekranında bir takım kelimeler belirdi. Muhtemelen konuşabilmek için bilgisayarları aynı ağ üzerinden birbirine bağlıyorlardı.

(Ne yani yumurta kabuğu falan mı yememi söylüyorsun?)

"Eh, işe yarar bence. Ben diyetisyen falan değilim bu yüzden ne yumurta kabuğunun ne kadar kalsiyum barındırdığını ne de vücudun o kabuktan ne kadarını aldığını biliyorum. Ama tam olarak bir beynin olmadığından kalsiyumun sana büyük faydası olacağını söyleyebilirim. Ayrıca, yemeği nerede yedin?"

Beyaz önlüklü adam yazmıyor, söyleyeceklerini başsız sürücünün odasına doğru bağırarak söylüyordu. O ise bunu garip bulmuyor yazmaya devam ediyordu.

(Kes sesini.)

Beyaz önlüklü adam, başsız sürücüyle işte böyle iletişim kuruyordu ve bu, iletişim kurabilmelerinin en kolay yoluydu.

"Tamam tamam sustum. Ama başka bir sorum daha var. Biz insanlar bilgisayar ekranına uzun süreli baktığımız zaman zamanla gözlerimiz bozulur ve düzgün göremez hale geliriz. Senin de öyle olur mu?"

(Kim bilir.)

"Şey, Celty... Senin gibi gözleri olmayan biri dünyayı nasıl görüyor? Bunu birçok kez sordum... o yüzden anlatsan olmaz mı?"

(Kendim bile anlayamadığım şeyi sana nasıl söyleyebilirim.)

Beyaz önlüklü adamın "Celty" diye seslendiği gölgenin bir başı yoktu. Bu da hislerinin olmaması anlamına geliyordu.

Ancak buna rağmen Celty'nin dünyası görülebilir, duyulabilir, hatta kokusu alınabilirdi. Ekrandaki kelimeleri rahatlıkla görebiliyor ve hatta renkleri ayırt edebiliyordu. Görüş alanı insanlarınkinden biraz daha geniş denilebilirdi. Bütün yönleri görebiliyor olsaydı önceki serseri tarafından yere serilmiş olmazdı belki de.

Aslında görüşü başının olması gereken yerden başlıyor ve vücudunda herhangi bir yere hareket edebiliyordu. Yalnızca kendisini göremiyordu elbette.

Celty bedeninin nasıl yapıldığı hakkında hiçbir fikri yoktu. İnsanların dünyayı nasıl gördüğünü bilmediğinden beyaz önlüklü adama görüşleri arasındaki farkı anlatmak istese de nereden başlayacağını bilemezdi.

Celty tek bir kelime dahi yazmadı, ancak yardım etmek adına Shinra kendi fikirlerini belirtti.

"Bu yalnızca benim hipotezim ama-- sanırım anahtar kelime vücudunda gezinip duran şu bilim kurgumsu "gölge". Hiçbir şekilde kanıtlanamadığı için tartışma konusu bile olamaz... ama bana kalırsa şu gölge parçacıkları ışığı yansıtmak yerine çevredeki maddelerin üzerinde zıplıyor. Yani sana çevren hakkında bilgi akışı sağlıyor. Ve bu bilgi yalnızca görüntüyü değil sesi ve kokuyu da aktarıyor. Bir nevi radar gibi. Mantıksal açıdan düşünüldüğünde uzaktaki cisimler hakkında gelen bilgiler fazla net olmuyor. Ya da belki de bedeninden akan gölge; ışığı, ses dalgalarını ve kokuyu yalnızca sezebiliyordur."

(Kafamı karıştırıp sinirlerimi bozuyorsun. Ayrıca umurumda değil. Görebildiğim ve duyabildiğim sürece iyiyim.)

Bu garip cevabı okuyunca beyaz önlüklü adam abartılı bir şekilde somurttu.

"Hep böyle yapıyorsun ama Celty. Yalnızca ikimizin gördüğü dünyaların ne kadar farklı olduğunu bilmek istiyorum. Durumların sorusu olmadığı gibi duyguların sorusu da değil bu. Ama bilmek istediğim insanların sahip olduğu değerler değil-"

Genç adam duraksadı ve cümlesine ona hitap etmek istercesine vurgu ekledi.

"-Şu an burada var olan doğaüstü varlığın sahip olduğu değerler- Başsız Sürücü'nün gördüğü dünya-"

Celty Sturluson bir insan değildi.

"Başsız Sürücü" adıyla bilinen bir Dullahan'dı, ölmek üzere olanları ziyarete gelen ve eli kulağında ölümlerinin haberini veren bir çeşit ölüm perisiydi.

Başsız sürücü kopmuş kafasını kolunun altına alır ve Coiste Bodhar'ını, başsız bir at tarafından çekilen faytonunu, sürüp ölecek insanların evini ziyarete giderdi. Ve farkında olmadan kapıyı açan olursa suratlarına bir kova kan fırlatarak karşılardı. Banshee ile birlikte başsız sürücü de Avrupa Mitolojisinde ölümün habercileri olarak bilinirlerdi.

Başsız sürücünün efsanesi Japonya'da hiçbir zaman yer bulmamıştı fakat son zamanlarda onun hakkında yapılan tüm fantastik romanlar ve video oyunları ününün artmasına sebep oldu. Başsız sürücü ölümün ve kötü şansın en saf sembolüydü ve genelde kötü resmediliyordu.

Özellikle de korku ve video oyunlarına düşkün gençler arasında "dehşet verici hayalet sürücü" bomba gibi bir şeydi.

Fakat Celty'nin, efsanesinin doğduğu yeri bırakıp buraya -İrlanda'dan Japonya'ya- geliş nedeninin bunlarla hiçbir alakası yoktu.

Nasıl doğduğuna, nasıl öldüğüne, neden insanlara kovayla kan fırlattığına ve neden insanların ölümlerinin habercisi olduğuna dair Celty'nin hiçbir fikri yoktu.

Bu nedenden dolayı sorularının cevabını bulmak adına bunca yolu tepip bu uzak adaya gelmişti.

Yirmi yıl önce, Celty bir dağda uyanmış ve anılarının çoğunun kaybolduğunu fark etmişti. Nereye gittiği ve şu zamana kadar neler yaptığına dair hafızasında hiçbir şey yoktu. Yalnızca bir Dullahan olduğunu, isminin Celty Sturluson olduğunu ve güçlerini nasıl kullanacağını biliyordu. Sonra başsız bir atın vücuduna sürtündüğünü fark etti. Atın sırtını okşarken aniden fark etmişti ki başı ortadan kaybolmuştu.

Ama Celty'i en çok şaşırtan şey  "Yani bunca zamandır düşünmek için beynimi kullanmıyormuşum?!" gerçeği olmuştu. Ardından üzerinde bulanık bir varlık olduğunu hissedip "başı"yla daha da iyi olacağını fark etmişti.

Üzerinde düşündükçe Celty belirgin bir sonuca varmıştı. Anıları hem bedeninde hem de başında depolanabiliyordu. Kaybolan anıları da başında depolanmış olmalıydı.

Sonra Celty bir karar verdi. Varlığının sebebini öğrenebilmek için başını bulmak zorundaydı ve bu karar onun şimdiki yaşantısının tek sebebiydi. Bunun sebebi başının kendisini terk etmesini istemesi değilse tabii. Ama yine de başını bulursa bir şeylerden emin olabilirdi.

Üzerindeki varlığın da etkisiyle Celty amaçsızca başını aramış ve başının bir gemiyle okyanusu geçtiğini öğrenmişti. Geminin rotasını çabucak öğrenmiş ve aynı yönde giden bir gemiye gizlice atlamıştı. Peki ya atı ve faytonu ne olacaktı?

Başsız sürücünün ruh eşi büyüyle bir atın cesedine ve faytonuna hapsedilmişti fakat çağrıldığı zaman içinden çıkabilirdi. Ama onu çağırdığında nereye gidecekti? Ne yazık ki bu bilgi "baş"ında saklıydı. Onu nasıl çağıracağını biliyordu fakat sonrasında onunla nereye gideceğini ve ne yapacağını bilmiyordu. Bu yüzden denemeye cüret edemedi. Kafasında düşüncelerle dolaşırken yakınlarda bir hurda yığınına rastladı.

Ve orada Celty, mükemmel olanı buldu. Bir at ve bir faytonun birleşimi gibiydi. Farları olmayan bir motosikletti bu.

Daha sonra Japonya'ya geldi. Ama bu yirmi sene boyunca tek bir yol bile bulmakta başarısız oldu.

Varlığı hala hissedebiliyordu ama daha çok baygın bir aroma gibiydi bu. Yalnızca bu hisle bile başının tam olarak nerede olabileceğini kestirebilmiş fakat hala nerede olduğunu bulamamıştı.

-- Ama Tokyo'da bir yerlerde olduğundan emindi. --

Celty'nin yapabildiği yalnızca dişini sıkıp (yani içten içe) başını aramaya devam etmekti.

İki üç yılını da alsa, on yılını da alsa Celty tereddüt etmeyecekti. Sahip olduğu sınırlı anıları neredeyse yüz yıl öncesine aitti ve başının depoladığı anıların daha öncesine dair anılar sakladığından emindi.

Bunu göz önünde bulundurarak hala fazlaca zamanının olduğunu düşünüyordu. Ama olur da başının nerede olduğuyla ilgili bir ipucu bulamazsa, boş verip aramaktan kesinlikle vazgeçmeyecekti.

Bu yüzden Celty bugün motosikletini sürüp Tokyo'nun karanlığına karışmıştı.

Ve aynı zamanda da işini yapmıştı. Kuryelik.

"Ee? Bugünkü işini müessir bir biçimde tamamlayabildin mi?"

Alışılmamış kelimeler kullanarak normal bir şeymiş gibi sordu beyaz önlüklü Kishitani Shinra.

Shinra, Celty'nin gerçek kimliğini bilen ve gidecek hiçbir yeri yokken ona kalacak yer veren kişilerden biriydi. Kaldığı yerin kirasını ödeyebilmek için ona iş sağlayan da oydu.

Celty'nin Japonya'ya yaptığı o dikkatli yolculuk sırasında Shinra ve bir doktor olan babası da aynı gemide ilerliyorlardı. Yolculuk sırasında Celty'i keşfetmişler ve sonrasında Shinra'nın babası ona bir kalem ve kağıtla öneride bulunmuştu.

"Seni yalnızca bir kereliğine incelememe izin ver. Onaylarsan sana kalacak yer bulacağım."

2015/10/12

Duyuru: Uh...gecikme.

Merhaba, iyi akşamlar.

Böyle bir şeyin olacağına pek ihtimal vermiyorum ya da vermek istemiyorum diyelim, ama ne olur ne olmaz ben önceden haberini vereyim.

İşlerimin yoğunluğundan dolayı bu güncellemeyi gününde veremeyebilirim. Fazla gecikmez ertesi gününe hazır olur muhtemelen. Öyle çok büyük bir gecikme olmayacak elbette.

Olur da salı günü aradığınız çevirmene ulaşamazsanız lütfen hattan ayrılmayınız *klasik müzik girer*

2015/10/06

Nano - Karakuri Pierrot



English

Same reason as before.

I'm standing here alone
as always all alone
waiting for you to come
but I know that wouldn;t happen

passengers walking by
floating clouds in the sky
I'd better laugh it off
all the things I've done for you

is it an easy thing to do
or is it difficult to do
except the fact that you have gone without me
then take another step

I can't believe that this is true
don't wanna hear the words from you
how can you not find out
what you've been meant to me
I'm a stupid little clown

I can't see, I can't hear, I can't be away from you
I can't breathe, I can't breathe, so hard to breathe
yes look at it, this is it, the fate between you and me
there'll never be a chance for me to get to you

even you put me down
the world still spins around
spinning around and around
as if I am nothing at all
with just a blink of an eye
you took my breath away
it must be what they call
love at first sight

is it by chance to be us two
or is it meant to be us two
it might be better for me to leave behind the answer you've said
I can't resist the warmth from you
no matter what I've tried to do
the smile on your face
the happiness you bring
every single little thing just makes me drown

I can't see, I can't hear, I can't be away from you
I can't see, I can't hear, I can't be away from you
I can't breathe, I can't breathe, so hard to breathe
I can't breathe, I can't breathe, how can I breathe

everything won't be the same
everywhere I go is you
no I can't stand no more, lying down right here waiting
for you to pick up every single piece of me

all I see, all I hear, all I fear is fading out
all I breath, all I breathe, it's you I breathe
yes, I'm the one that you always call pierrot-san
will always stay the same cause I know you
will never set me free


Türkçe

Öncekiyle aynı sebep.

Yapayalnız duruyorum
her zamanki gibi tek başıma
geri dönmeni bekliyorum
fakat bunun olmayacağını biliyorum

İnsanlar gelip geçiyor
Gökyüzünde salınan bulutlar
Senin için yaptığım her şeye
gülüp geçmeliyim belki de

Yapması kolay mı
yoksa zor mu
Bensiz gittiğin gerçeği dışında
Bir adım daha at o zaman

Bunun doğru olduğuna inanamıyorum
Senden tek kelime duymak istemiyorum
Benim için nasıl bir anlamın olduğunu
Nasıl fark etmezsin
Ben küçük, aptal bir palyaçoyum

Göremiyorum, duyamıyorum, senden uzakta kalamıyorum
Nefes alamıyorum, nefes alamıyorum, nefes alması çok zor
Evet, bak ona. Bu o, senin ve benim aramdaki kader
Seni elde edebilmem için asla bir şansım olmayacak

Beni bastırsan bile
Dünya dönmeye devam ediyor
Dönüyor ve dönüyor
Ben hiçkimseymişim gibi
Tek bir göz kırpışınla
Nefesimi kestin
İlk görüşte aşk
dedikleri bu olsa gerek.

İkimizin birlikte olması şans mı
yoksa böyle olması mı gerekiyordu
Senin verdiğin cevabı geride bıraksam iyi olacak
Senden gelen sıcaklığa dayanamıyorum
Ne yapmaya çalışırsam çalışayım
Yüzündeki gülümseme
Getirdiğin mutluluk
En ufak bir şey bile beni boğuyor

Göremiyorum, duyamıyorum, senden uzakta kalamıyorum
Göremiyorum, duyamıyorum, senden uzakta kalamıyorum
Nefes alamıyorum, nefes alamıyorum, nefes alması çok zor
Nefes alamıyorum, nefes alamıyorum, nasıl nefes alabilirim

Hiçbir şey aynı kalmayacak
Nereye gitsem sen varsın
Hayır artık dayanamıyorum, burada yatıp
her parçamı toplamanı bekleyerek

Gördüğüm her şey, duyduğum her şey, korktuğum her şey yok oluyor
Nefes aldığım şey, nefes aldığım şey, nefesime çektiğim tek şey sensin
Evet, daima Pierrot-san dediğin kişi benim
Daima aynı kalacağım çünkü seni tanıyorum
Beni asla özgür bırakmayacaksın

Durarara!! Light Novel Bölüm 2 : Yabancının Gözlerinden Başsız Sürücü (Kısım 3)

Bölüm 2 - Yabancının Gözlerinden Başsız Sürücü (Kısım 3)

Mikado duraksadı ve yukarıya baktı. Masaomi sakince "Mikado gerçekten çok şanslı." demişti.

"Eh?"

"Tokyo'daki ilk gününde şehir efsanemizi gözlerinle görebileceğini hiç düşünmemiştim."

Masaomi'nin yüz ifadesi tamamıyla sakin görünüyor olsa dahi, gözlerinde dans eden bir ışık vardı ve o gözlerdeki heyecan kolaylıkla görülebiliyordu.

--Yani...

Mikado bu ifadeyi Masaomi'nin yüzünde daha önce de gördüğünü hatırladı. Sınıftayken okulun üzerinden bir uçak geçtiği zamanki gibi yahut okulun bahçesinde başıboş bir kedinin gezdiğini gördüğü zamanki gibi. Önemsiz fakat sıra dışı şeyleri gördüğünde yüzünde oluşan ifadeydi bu.

Mikado, Masaomi'ye söyleyecek bir şeyler düşünürken--

O "varlık" önlerinde belirivermişti.

Işıkları olmayan siyah bir motorun üzerinde insan silüetinde bir "gölge".

Araçların arasından hızla dolaştı ve Mikado'yla Masaomi'nin hemen yanından gürültüyle geçti.

"?!"

Boşluk içinde geçen birkaç saniyeden sonra araç bir kez daha kükredi. Fakat hemen sonrasında her şey sessizliğe büründü ve yalnızca tekerleklerin asfalt yolda çıkardığı sürtünmenin sesi duyuldu. Bu sessizlik genelde aracın susturulup motosikletin hala hızını kesmediği zamanlarda duyulur. Ama aslında tam tersiydi.

Bu kesinlikle doğaüstü bir varlıktı ve gerçeklik o sesin düştüğü an küçülüp yok olmuştu uğursuz bir titreşim yayarak. Yolda giden insanların yarısı aniden duraksayıp, geçip giden "gölge"yi inanmayan gözlerle izlemişti.

Hemen sonrasında-- Mikado titrediğini fark etmişti.

Fakat bu korkudan değil içinde yavaşça karışan bir şeylerin verdiği histendi.

-- Göremediği bir şeyden.

"Gölge"nin geçtiği o kısacık anda, Mikado onun kaskına dikkat etmişti. Hiç hareket etmediğinden kaskın içinde ne olduğunu görememişti sanki içinden kimse bakmıyormuş gibiydi.

Sanki-- içinde hiçbir şey yokmuş gibiydi.

♂♀

Chat Odası (Gecenin İlerleyen Saatleri)

--Tanaka Taro Chat Odasına Girdi--

[İyi akşamlar.]

(İyi akşamlar~)

[Ah~ Setton-san! Bugün onu gördüm!]

[Siyah sürücüyü!]

(? Tanaka Taro, Ikebukuro'da mısın?)

[Evet, şey aslında bugünden itibaren burada yaşayacağım. Şu an arkadaşımın evindeyim ama yarın istasyonun yakınlarındaki bir apartmana taşınacağım. Bir internet servisiyle de anlaştım, yani hemen bağlanabileceğim.]

(Anladım. Tebrikler o  zaman. Yalnız mı yaşıyorsun?)

[Evet.]

(Ah... hey, siyah sürücüyü gördüğünü söylemiştin. Akşam yedi gibi görmüş olabilir misin?)

[Hey sen de mi gördün? Ben Sunshine City yakınlarındaydım.]

(Biliyorum. Çünkü ben de oradaydım.)

[?!]

[Gerçekten mi? Uwaa... O zaman bilmeden birbirimizi görmüş olmalıyız!]

(Belki de.)

[Uwa! Bilseydim ilk sana söylemiş olurdum!]

(Neyse, Ikebukuro'ya hoş geldin. Sormak istediğin bir şey olursa mutlaka bana danış.)

[Sağ ol! Teşekkürler!]

[Ah, o zaman bir şey soracağım..]

(Tabii, tabii.)

[Orihara Izaya adında birini tanıyor musun?]

[Arkadaşıma sordum ama bana yanına yaklaşmamamı söyledi.]

[Bu adam gerçekten o kadar korkunç mu? Hm, muhtemelen sen de bilmiyorsundur?  Üzgünüm.]

(Tanaka Taro, arkadaşının yeraltı işleriyle bir bağlantısı falan var mı?)

[Mmh, sadece normal bir çocuk.]

(Ah, anladım. Pekala, üzgünüm ama Orihara Izaya hakkında ne kadar az şey bilirsen o kadar iyi. O adam başlı başına bir bela.)

Ah! Tanaka, iyi akşamlar~

[?! Kanra-san, burada mıydın?]

Telefondaydım. Ah, konuşmalarınızı gördüm. Tokyo'dasın yani? Tebrikler! Bir ara gerçekte buluşup gezelim olmaz mı?

[Meşgulsen önemli değil. Ama gezmek kulağa hoş geliyor.]

Evet!

Ah, sahi buluşmaktan bahsetmişken, online intihar anlaşmalarıyla ilgili olaylar oluyordu değil mi?

(Oh~)

(Geçen sene çok oluyordu sanırım. Bir grup insan online ortamda anlaşıyor ve toplu intihara kalkışıyorlardı.)

[Ne kadar hastalıklı.]

[Ama bunlardan haberlerde pek bahsedilmiyor.]

(Muhtemelen azaldığı içindir, ya da çok sık olduğu için haber yapma gereği duymuyorlardır.)

Gerek duymadıklarından. Aslında hala devam ediyor. Yalnızca kimse fark etmiyor!

[Eh?]

Ya da belki de bedenleri asla bulamadıklarındandır.

[Uwa~]

(Böyle şeyler söylememelisin.)

Her neyse, son zamanlarda kayıp insanların sayısı giderek artıyor eh.

[? Hiç böyle bir haber duymadım ben...]

Eh... kurbanlar genelde ülkeye yasa dışı giriş yapanlar ya da kırsaldan kaçıp gelen veletlermiş. Özellikle Ikebukuro ve Shibuya'da çok olduğunu duydum~ ve bazı insanlar bunun arkasında Dollars'ın olduğunu, hatta kaçırdıktan sonra da bedenleri yediklerini söylüyorlar. He he he~

[Ah, Dollars buralarda epey ünlü görünüyor.]

Dollars bir harika! Çin mafasıyla bile bağlantıları olduğunu duymuştum. Ve bir de grup üyesi bıçaklama olayı vardı... Onun da Dollars üyelerinden birinin işi olduğunu duymuştum!

(Kanra-san, tüm bunları nereden duyuyorsunuz?)

Çünkü oradan birkaç tanıdığım var.

[Oh oh, daha fazla duymak istiyorum, ama yarın erken kalkmalıyım o yüzden bugünlük burada bitirelim~]

Oh, iyi uykular o zaman!

(İyi geceler Tanaka Taro~)

(Ah, benim de yapmam gereken bir şeyler var, bu yüzden ben de kaçacağım~)

[Üzgünüm... ah ah, bir dahaki sefere bana Dotachin'den de bahset tamam mı?]

[Bye bye~]

Ah bugünlük bu kadar. Zaten kimse kalmadı.

İyi geceler millet 

--Tanaka Taro chat odasından ayrıldı--

--Setton chat odasından ayrıldı--

--Kanra chat odasından ayrıldı--

Güncelleme #12 : *cough*

Merhaba millet. Hasta ve uykusuz çevirmen hepinizi selamlıyor.
Soğuk havaların vurmasıyla birlikte zayıf bünyem kendini yerlere atıp sümüklü minik bir velet gibi ağlamaya başladı. Yapacak onca şeyim varken nasıl soğuk havaya yenik düşersin!! Başım ağrıyor başım, başım başım!!11!1!1
tanrım bu gifi çok seviyorumhdfgd
Neyse bu rezil halime rağmen çevirilerimi yetiştirdim. Bu da bir şeydir. Buyurun aşağıya.




A Simple Thinking About Blood Types Bölüm 3

Hastalıksız, güzel bir hafta diliyorum.
Haftaya görüşmek üzere~