Bir kez daha rüyaya dalıyorsun.
Bu defa yine odanın kapısının ardından karanlık yayılıyor.
Ve orada, doğal olmayan o boşlukta, kapılar art arda dizilmiş. Ne yaparsan yap
rüyalarında hep aynı yere geliyorsun. Burayı zaten biliyorsun ama biliyor olman
seni güvende hissettirmiyor. Kapılardan birini hafifçe açıp içeriye göz
atıyorsun. Derhal korkunç bir çeşit atmosfer sezip geriye düşüyorsun. Bunu bir
süre daha tekrarlıyorsun.
Bu gezintiye belli bir kapıya ilgi duyana dek devam
ediyorsun. Bu, özel olmayan ve oldukça düz renkli bir kapı. Düşmanca bir
titreşimden çok bir peri masalından çıkmış gibi hissettiriyor. Büyük bir
ilgiyle ona bakarak kapıyı yavaşça itip açıyor ve diğer tarafa geçiyorsun.
Ve seni orada bekleyen devasa bir kar fırtınası.
Gözünün görebildiği kadarıyla burası, kirlenmemiş bir karlı
alan. Karla kaplı bu alan yine oldukça geniş bir yer. Ama diğer iç karartıcı ve
kanlı manzaraların aksine bu kapının ardında kara yansıyan ışık, her şeyi
huzurlu ve mutlu kılıyor. Bundan dolayı için rahatlıyor ve yürümeye
başlıyorsun.
Rüzgar karın üzerinde izler bırakıyor. Sevdiğin kırmızı
şemsiyeni açıp karın seni kör etmesine engel oluyor ve yürümeye devam
ediyorsun. Garip bir şekilde hiç üşümüyor ve hafif adımlarla yürüyorsun. Acaba
soğuğu yahut sıcağı hissedememenin nedeni rüya oluşundan mı? Kendini ısıtmaya
gerek yokmuş gibi görünüyor.
Tıpkı bir kar tavşanı gibi zıplayarak ilerliyorsun. Bazen
kartopu yapmak için eğiliyor ve onu amaçsızca fırlatıyorsun. Dengeni kaybedip
sırt üstü düşüyor ve karla kaplanıyorsun fakat umurunda değil çünkü eğleniyorsun.
Bir ağacın dalları birbirine çarpıp dalgalanıyor ve üzerlerindeki kar düşüp
komple üzerini kaplayıp seni bir kardan adam gibi gösteriyor. Ama küçük bir
çocuk gibi sen, daha da heyecanlanıyorsun. Tıpkı bahçede koşan mutlu bir köpek
gibi. Kar her şeyi daha da parlak gösteriyor. Nedense çok gerçek dışı
hissettiriyor, tüm o kirli ve çirkin şeyler karla örtülmüş gibi... Cennetten
düşmüş devasa bir oyun parkı.
Kar hoş ve eğlenceli görünebilir fakat gerçeklikten uzak
hiçbir yanı yok. Dante'nin İlahî Komedyası'nda bu, sıcaklığı çalan, hayatı
soyan, tarlaları mahveden ve her şeyi öldüren bir şeydir. Kış ölümle
bağlantılıdır ve bir açıdan uykuyla derin bir anlam paylaşır. İşte bu yüzden
saf ve çekici olduğunu düşündüğün, ayak basılmamış bu güzel manzarayı mümkün
olduğunca çabuk terk etmelisin. Kalın karla kaplı bu zemin, kesinlikle görmek
istemeyeceğin şeyleri saklıyor. Sen fark etmiyorsun ama vücudundaki sıcaklığı
çalıp kemiriyor, yani seni dondurmaya başlıyor. Bu açıkça ortada fakat sen
yeniden bir çocuğa dönüşmüş gibisin. Bu tehlikeli fırtınada neşe dolu
yürüyüşüne devam ediyorsun.
Çok geçmeden bu belirsiz manzaranın içinde sıra dışı bir
şeyle karşılaşıyorsun. Buzdan yapılmış küçük bir mağara... diğer bir deyişle
bir iglo. Yakından baktığında küçük, sıkıştırılmış bloklardan yapılmış olduğunu
fark ediyorsun.
İnsanların zihinlerinde hayal edebileceğinden de çok şey
vardır. O şeyler, kutulara saklanmıştır ve beyninin derinliklerinde
beklemektedir. Değerli bir paketleme ve üzerinde "En iyi
dileklerimle." yazısıyla gelir. Ama onu istediğin zaman açabilirsin. Tıpkı
kristalleşen anılar gibi bu iglolar önemli birikimleri koruyor gibiler. Hepsi
de sıcak fakat küçükler, hazine sandıkları gibi. Kendini tipiden korumak adına içlerinden
birinin girişinde duraksıyorsun. Şemsiyeni indirip bu bilinçliliğin içine
giriyorsun.
Kibritçi kız gibi merakla ertafını incelemeye başlıyor ve
rahatlayıp kendini mutlu anıların içine bırakıyorsun. Ama tabi ki farkında
değilsin. Tıpkı küçük bir kız çocuğu gibi tamamen oyunlarına kapılıp gitmişsin.
Bir hayvanın yavrusu gibi yere düşüyor, orada yuvarlanıyorsun. Saklanıyorsun.
Kızağın üzerinde kayıyorsun. Etrafındaki her şey kendi ışığıyla parlıyor, çiçek
açan bir bahçe gibi. En nazik ve mutlu gülümsemeni gösteriyorsun. Ellerinde bir
sıcaklık. Senin gösterdiğin güven duygusu bu.
Ama bunlar sadece uzak bir geçmişin anıları. Tıpkı eline
düşen bir kar tanesi gibi anılara yaklaştıkça eriyip uzaklaşıyorlar.
Birden soğuğun farkına varmışsın da yeni bir sıcaklık
arıyormuşsun gibi diğer igloya gidiyorsun. Tüm o değerli ve nostaljik anıları
hatırlayarak bunu tekrarlıyorsun. İlgisizce bir sonraki igloya giriyor fakat
girişte duraksıyorsun.
İçeride bir kız var.
Bir rüyada başka birini bulmak gerçekten garip. Böyle bir
şey olduğunda bu, ya anılarının bir gölgesidir
ya da bir düşüncenin soyutlamasıdır. Buradaki hangisiydi acaba?
Bacaklarını karnına çekmiş halde yerde oturan kız mışıl mışıl uyuyora benziyor.
Aniden yanına yürüyorsun fakat tepki göstermiyor. Sanki tamamen kendi içine
gömülmüş gibi. Hazine gibi bir şeyi korumaya çalışıyormuş gibi. Bu kız sana
benziyor. Ama daha genç sanki. Senin küçük bir versiyonun gibi. Masum sen, saf
karın içinde oynayıp burada uyuyakalmış gibi. Mutlu çocukluk anılarında
hapsolmuş. Uykusunda kilitlenip kalmış.
Soğuk bir gecede insan istemsizce sobaya yahut ocağa
yaklaşır ya, işte sen de aniden soğuk bedenini ısıtmak istiyormuşçasına
yanındaki kız gibi bir fetüs misali kıvrılıyorsun.
Dur. Onu uyandırmamalısın. Eğer uyanırsa gerçek dünyayla
yüzleşmek zorunda kalacak. Yaşamaya devam edemeyecek. Acı şeyler, üzücü ve
kederli anılar vücudunu kıyıp bir kan gölüne dönüştürecek. Ama burada
uyukladığı sürece mutlu ve rahat anılarında kalabilir, küçük bir çocuk olarak
kalabilir...
Böylesi daha iyi. Elinle yavaşça kızın omzunu sallıyorsun.
Fakat aniden bir şeyin varlığını hissetmişsin gibi arkanı
dönüyorsun. İglonun girişinde, karlı manzarayla çevrelenmiş biri var.
Küçük bir kadın bu. Eline sığabilecek kadar küçük.
Japonların cenazede ölüye giydirdikleri saf beyaz bir kimono giymiş. Gizemli
mavi saçları onun bir insan olmadığını açıkça gösteriyor. Bebek evinin oyuncak
bebeklerinden biri gibi görünüyor.
Kafanı tereddütle hafifçe sallayıp ona doğru yaklaşıyorsun.
O sürreal periyi yakalamaya çalışıyormuşsun gibi yavaşça elini ona uzatıyorsun.
Ama mavi saçlı bebek parmaklarından kolayca kurtulup kaçmaya başlıyor, senden
korkmuş gibi. Onu kovalamaya başlıyorsun. Fırtınanın ortasında iki elinle uzanıp
hızlı kaçamayan bebeği yakalıyor ve onu kucaklayıp göğsüne bastırıyorsun.
Bebek sana direnmiyor. Ve sen de onu bırakmayacaksın tıpkı
küçük bir çocuğun kendi kokusu sinmiş battaniyesini bırakamaması gibi. Yetişkin
olsalar dahi onu kilere koyar ve asla atmazlar. Ve birileri aldırış etmeden
yenisini alıp eskisini atarsa üzgün hissederler. Bebek, arkadaşlar için duyulan
sevgi ve şefkatin saf duygularının kristalize edilmiş hali gibiydi ve eğlenceli
anılarını çağrıştırmıştı.
Sen de hepsini kucaklıyordun.
Onu kovalarken epey yol tepmiş olmalısın ki iglolar artık
ortalıkta görünmüyorlar. Yıpranmış, beyaz nefesin yorgunluğunu onaylıyor.
Avucunun içindeki bebek yavaşça ufalanıyor. Erkeğinin aşkını hissettikten sonra
eriyip giden Kar Kadın gibi. Koşarken ısınan bedeninin sıcaklığı onu suya
dönüştürmüş gibi. Seni rahatlatıyor. Kaybolsa bile arkasında önemli bir şey
bırakıyor bebek... Sana cesaret veren ve seni canlandıran bir şey. Değerli
küçük arkadaşından kalanları kucaklıyorsun.
0 comments:
Yorum Gönder