2013/11/21

Durarara!! : Prolog

english translation and scans : differentclouds
Prolog

“Çok heyecanlı! Çok heyecanlı! Çok çok heyecanlı! Bu şehirde hala bilmediğim çok şey var! Şu an konuşurken bile yeni bir şeyler ortaya çıkıyor, ve başka bir şeyler yok olup gidiyor. Bunca insanın bir araya geldiği bu yeri nasıl bırakabilirim? İNSAN AŞKI! İnsanları seviyorum! Hepinizi seviyorum!”

Ikebukuro, Tokyo’da garip insan grupları toplaşır: Sıra dışı bir hayat için can atan gençler, sorun çıkarıcı holiganlar, çılgın takipçi kızlar, sırf eğlencesine millete bilgi satan muhbirler, “alışılmadık” rahatsızlıkları tedavi eden yer altı doktorları, doğaüstü ve tabii ki de başsız Siyah Motosikletli’ye kafayı takmış liseliler.

Hep birlikte tüm bu garip karakterler sıra dışı bir hikaye anlatacaklar. Ve oldukça ilgi çekici bir hikaye olacak. Hepsi birbirine karışacak ama buna rağmen hala aşk hakkında konuşabilecekler.


“Seiji-san! Seiji-san! Evde misin? Ben yine buradayım! Oh, tanrım yine kazara kapıyı mı kilitlemişsin!? İçeri giremiyorum!”

Tehlike, tehlike. Takipçi evimi istila etti. Kapıma vurup duruyor ve kapıyı çalma zahmetine bile girmedi.Ne haltlar düşünüyor?

“Kapı kilitli! Seiji-san uyumuyorsun değil mi? Ah- ilk defa bir erkeğin evine uyurken uğruyorum. Çok arsızım!”

Uyarı, uyarı… Geçen haftadan beri ayaktayım. Geçen hafta iki hödüğü holiganların saldırısından kurtardım. Araştırdım ve o ikisinin bu sene benimle aynı lisede ve sınıfta olduğunu öğrendim. Ama işlerin buralara kadar gelebileceğini düşünmemiştim. Diğer kız ciddi ve yapmacık biriydi fakat bu…

“Şey… Aslında ben… Ben Seiji-san’ı hep sevdim! Hatırlıyor musun? Giriş sınavında Seiji-san’ın yanında oturuyordum! Sağımda oturan çocuğunsa mükemmel bir ismi vardı. “Ryuugamine Mikado” muydu neydi… Sonra bende solumda oturan insanın nasıl bir ismi olduğunu merak edince döndüm ve- ilk görüşte aşktı bu! O günden sonra Seiji-san’ın ismini hep hatırladım! O gün aşkımı itiraf edecek cesareti bulamasam bile… geçen hafta Seiji-san beni kurtardı ve sonra düşündüm ki… ah, bu kader olmalı! Bunun bana ne kadar cesaret verdiğini biliyor musun? Bu yüzden— bu yüzden seni yeniden görmeme izin ver olur mu? Seiji-san, o güçlü, enerjik yüzünü yeniden görmeyi çok istiyorum. Lütfen, lütfen, çok lütfen Seiji-san!!”

Dikkat, dikkat… O çocuğu kurtardıktan sonra beni eve kadar takip etmiş. Ve o günden sonra her gün bunu yapıyor. Çokça kez s*ktirip gitmesini söylememe rağmen. Ah, kahretsin. Az önce çığlık mı attı o? Bu sesi iki bin defa duymuş olmalıyım.

“Hasta olduğunu söyleme sakın Seiji-san!? Hasta olduğun için mi cevap veremiyorsun bana? Bu iyi değil! Acele et ve aç kapıyı Seiji-san! Giriş sınavından beri seni araştırıyorum Seiji-san! Doğum gününü, aileni… senin hakkında her şeyi!”

Polis, polis. Ona polisi arayacağımı söylemiştim bir keresinde. Öyle deyince boyun eğiyor ancak.

Üç saatlik istiladan sonra, eve gittiğini sandım ve evin altındaki marketten bir şeyler almaya karar verdim. Elimde diş macunu ve haftalık gazeteyle dönerken denpa-kız*ın hayali, bilinçaltımda canlandı. (*Denpa halk arasında “kafadan kontak” olarak geçer. Denpa-kız’dan kastı evine gelip duran liseli kızdır.)

Onu ilk gördüğümde olgunluk ve kültür kazanmış, çok tatlı bir kızdı. Belki de “güzel bayan” daha doğru bir tabir olurdu. Ama neden onun gibi sevimli bir kızın hiç erkek arkadaşı olmazdı? Yaşadığım o şey, bu soruma mükemmel bir cevap niteliğindeydi. Denpa-kız her ne kadar tatlı olursa olsun, etkilerini hala ciddi bir şekilde reddediyordum. Eğer kız arkadaş arayan başka biri olsaydı, ikinci defa düşünmeden onun aşkını kabul ederdi. Fakat ben ilgilenmiyorum. Zerre kadar ilgilenmiyorum. Çünkü zaten bir “kız arkadaş”ım var. 

Peki ya yarınki okul açılış töreni? Apartmanıma giden o dar koridorda yürürken bunu düşünmeye devam ettim.

Eğer yarın okula gidersem o kızla yeniden görüşmek zorunda kalacağım. Gitmesem iyi olur. Ah, önemli değil. Zaten bir kız arkadaşım var. Sessiz, güzel ve o kızdan daha çok arzu edilesi biri. Onunla olduğum sürece okula gidip gitmememin bir önemi yok. Belki de ablamın ofisinde çalışıp, şu part-time öğrenci işçilerinden biri olmalıyım.

Ah hatırladım! O kızları neden kurtardığımı şimdi hatırladım. Tamamen farklı sebeplerden dolayı da olsa, o kız gerçekten kız arkadaşıma çok benziyordu. Bu yüzden kurtardım onu. Şimdi düşününce bu yapılabilecek en aptalca şeydi. Onu kız arkadaşıma benzediği için kurtardım ama nereden bilebilirdim ki bu tarz bir insan olduğunu?

Bunları düşünürken evimin anahtarını kapıya yerleştirdim. 

Eh, garip.

—Kapı kilitli değil.

Tehlike, tehlike. —Tüm vücudum telaşla tutulup kalmıştı.

Sirenler inliyordu; bir çift kız ayakkabısı görmek için kapıyı açtım.

“Se-Seiji-san…”

İçeri adım attığımda takipçi kızı içeride buldum. Öylece duruyordu.

Sonradan fark ettim ki, evime izinsiz giren o kıza bakıyor olmama rağmen, garip bir şekilde sakindim. Çünkü bunca zamandır yüzündeki o ifadeye bakıyordum.

Sonra kendimi birkaç kelime söylemeye zorladım. Soğuktular, tahmin ettiğimden de soğuk. O kadar soğuk çıkmıştı ki ben bile şaşırmıştım.

“O şeyi gördün değil mi?“

“Eh…şey…ben…uh…”

Yüzüne yayılan ifade öncekinden tamamen farklıydı. Tedirginlik ve korkuyla doluydu.

…Hmpf, en azından bu tür ifadeler takınabiliyor.

Emindim ki, emindim ki— bu çocuk görmemesi gereken bir şey görmüştü.

“Şey…şey…Seiji-san…ben…uh…kimseye söylemeyeceğim! Böyle olsan bile seni hep seveceğim Seiji-san! Um…bu yüzden…bu yüzden…endişe etme! Ne tür hobilerin olursa olsun kesinlikle uyum sağlayacağım… Bu yüzden…şey…şey…”

Oklar tersine dönmüştü. Atak yapamayan kendisiydi şimdi.

“Önemi yok.”

“Seiji-san!”

Söylediğim şeyden sonra takipçinin sesi bir kez daha umut dolu çıkmıştı.

“Önemi yok.”

“Sei…ji-san?”

Bakışlarımdaki soğukluğu sezmişti. O anda tedirginlik bir bulut halinde dağılmıştı yüzüne. Tamamen umutsuzlukla kaplı bir yüz ifadesi görmek istediğim için tekrar ettim:

“Önemi yok.”

“Seiji!”


O gece ablam iki astını eve getirdiğinde oturma odasında oturmuş noodle yiyordum. Adamlar takipçi kızın bedenini ustalıkla bir bavula yerleştirip dışarı çıkardılar. Ablam odayı gözleriyle taradı ve duvardaki kan lekelerine baktı. Daha sonra bana sıkıca sarıldı. 

“Her şey yolunda, endişelenme.”


“Seiji, hiçbir şey için endişelenmene gerek yok. Ablan her şeyin icabına bakacak, anladın mı?”

“Abla, o kız umrumda bile değil. Ben sadece “onu” önemsiyorum.”

“Bu yüzden onu getiren sendin değil mi Seiji… Önemli değil, sadece her şeyi ablana bırak. Burada olduğum sürece problem yok. Sana bir şey olmasına izin vermeyeceğim Seiji. Özellikle de şu korkunç polis memurları— Seni çekip almalarına asla, asla, asla izin vermeyeceğim. Bu yüzden arkana yaslan ve rahatla.”

Ablam konuşmayı bitirdikten sonra astlarına birkaç emir daha verdi ve gitti.

Sanırım ablamın ofisinde çalışma fikrini bir kenara atmalıyım çünkü görünen o ki, ablamın bilmediği bir şirketle karanlık birkaç bağlantısı vardı. Bugünkü şu astlar gibi. Ölü bir insan gördüler ve bir kez bile korkmadan emirleri yerine getirdiler. Bu iyi bir şey değil.

O kötü insanlarla çalışmayacağım. Eğer yaparsam, ben de onlardan birine dönüşmez miyim?

Ve onlar gibi olup tutuklanırsam eğer, “o” yalnız kalacak. Böyle bir şeyin olmasına asla izin veremem— Onu asla yalnız bırakmayacağım.

Ablamın astlarının direnerek duvardaki kan lekelerini silmelerini izlerken, kendimi kasedeki fazla pişmiş noodleları yemeye zorladım.

Ah, bu noodleın tadı cidden berbat.

Bu çok karmaşık bir hikaye.

—Karmakarışık bir…aşk hikayesi.




0 comments:

Yorum Gönder